Mesaja İhanet mi? Mesajı Anlamak mı?

Mesajın içeriği mi yoksa söylenme tarzı mı daha önemli? Mektubun zarfı mı yoksa içinde yazanlar mı daha önemli? Soruyu daha da farklılaştırabiliriz. Sorunun bazı versiyonları sanki biçim ile içerik arasındaki ilişkiyi sorguluyormuşuz gibi düşündürtebilir.

Sormak istediğim soru biraz daha farklı.

Bir mesajın içeriğinin anlaşılmayıp bu mesajın güzel bulunma şansı var mıdır?

Mektup zarfı, kürk, üslup, usul vb. imgeleri düşündüğümüzde sanki biçim ile içerik aynı önemdeymiş ya da hiç değilse, çoğunluğun gözünde biçim içerikten daha önemliymiş gibi gelebilir. Ama biçim ile içerik arasındaki mesafe kısaldıkça soru daha da zor bir hal alıyor.

Mektup zarfı ile mektupta yazanlar arasındaki mesafeyi uzak sayabiliriz. Çünkü aynı şeyleri yazıp bambaşka bir zarfa koyabilirdik.

Ya da benzer eğitimleri almış, benzer yerlerde yetişmiş ve benzer deneyimlere sahip iki insandan birini kürkle birini çaputla giydirebiliriz. Her iki durumda da içerik çok değişmeyecektir. Değişen olsa olsa aynı kişiyi gördüğü halde, o kişiye farklı değerleri veren insanların algısı olacaktır.



Biraz ihanet mi etsek ne?

Oysa bir ifadeyle dile getirdiğimiz düşünce ile bu ifade arasında çok daha yakından bir bağ bulunur. Bazen öyle ifadeler vardır ki aynı düşünceyi farklı bir şekilde ifade etmek neredeyse olanaksız görünür. Bu vakalar, çeviri tartışmalarında sıklıkla ele alınır. Beylik bir laf bile var: Traduttore traditore (çevirmen haindir) [gerçi bu laf ile çevirmenin metni birebir çevirmemesi ya da metni birebir çevirmeye çalışarak yazara ihanet etmemesi öğütlenir].

İşte burada bir karar vermek gerekir: Yazarın gerçek düşüncelerini kendi dilimiz olanakları çerçevesinde bu düşünceleri olabildiğince çarpıtmadan mı aktarmalıyız yoksa düşüncelerden bazı ödünleri göze alarak yazarın estetik düzeyini kendi dilimize yansıtmaya mı çalışmalıyız? Sanki bu soruda da bir tuhaflık var: yazarın gerçek düşüncelerini nereden biliyoruz ki? Sonuçta yazarın düşünceleriyle bizim düşüncelerimiz (ya da onun düşüncelerini anlamamız) arasında aracılık eden bir metin var ortada. Bu metinden hareketle yazarın düşüncelerini ya da en azından aktarmak istediği düşünceleri (yazarın dürüst olduğunu varsayalım, söz konusu yazı kurgu dışı bir yazıysa bu varsayım için bir sorun olmayacaktır) zihnimizde canlandırabiliriz. Peki, ama yazarın düşüncelerini zihnimizde canlandırma da metinden zihnimize bir çeviri işlemi değil mi?

“İhanet” hangi aşamada yaşanıyor? Yazarın düşüncelerinden metne geçişte mi? Metinden bizim zihnimize geçişte mi (ya da zihnimizde yeniden oluşturmada mı?) Yoksa zihninde oluşturduklarından hareketle çeviriye son halini verme aşamasında mı?

Kombi kullanım kılavuzunu çevirirken bu sorunlar pek aklımıza gelmez nedense.

Ama konu başka olunca her şey büsbütün değişir. Hele bir de metnin yazıldığı yer ve zamanla okunduğu yer ve zaman farklılaşırsa her şey sarpa sarar.

Hangi Mesaj?

Kombi kullanım kılavuzu yerine dinsel veya ideolojik metinler söz konusu olunca çevirinin nasıl yapıldığı, metnin nasıl anlaşılması gerektiği veya metni anlamayıp nasıl hissetmek gerektiği tartışmalar başlar.

İdeolojik metinse metni yorumlayanlara göre metin ya olağanüstü tutarlıdır, öyle ki metindeki “görünür” çelişkiler esasında metindeki ifadeleri tam anlamamaktan doğmaktadır ya da “görünür” çelişkiler kaçınılmazdır çünkü çelişkili bir görünüm ele alınmaktadır; ya da metin öylesine tutarsızdır ki bu ideolojiyi savunmayanlar için metnin tamamı boş ama yüksek perdeden laflardan ibarettir.

Dinsel metinler hakkında bu kadar kolay atıp tutulamaz genelde, ne de olsa yaşamak güzel şey!

Ancak, bu kez başka bir sorun ortaya çıkar: Metnin yazarı Tanrı’dır veya metinde içerilen kelam Allah’ın veya başka bir yaratıcının kelamıdır. Popüler inançların çoğuna göre bu yaratıcı her şeye kadir ve her şeyi zamandan bağımsız olarak bilen bir varlıktır ve mesajını kullarına iletmek ve bu mesajın kullarınca kabul görmesini istemektedir.

O halde, şu durumlar söz konusu olabilir:

  1. Tanrı, mesajının kullarınca anlaşılmasını ve kabul edilmesini istemektedir: Bu durumda, kullarının anlayabileceği ve kabul edebileceği bir mesaj göndermesi gerekmektedir. Dahası, mesajının kullarına (dolayısıyla kullarının anlam dünyasına) erişmesi için anlaşılabilir bir mesaj iletmesi gerekmektedir. Bu mesajın anlaşılabilir olması, şayet söz konusu din evrensel ise, mesajı içeren metnin farklı dillerden, farklı kültürlerden, farklı yer ve zamandaki insanlara çevrilebilir olması gerekmektedir.

  2. Tanrı, mesajının kullarınca anlaşılmaksızın kabul edilmesini istemektedir: Bu durumu zihinde canlandırmanın olanaklı olduğunu sanmıyorum. Zira kabul edilmesi gereken şeyin anlaşılabilir olması gerekir, aksi takdirde hangi önermelerin kabul edildiğinin ya bir önemi yoktur (ki o zaman Tanrı boş yere mesaj göndermiş olur) ya da kulların kabul edip etmediğinin fark edilme olanağı yoktur. Belki, bu durumda kastedilen, mesajın kaynağının Tanrı olduğunun kabul edilmesidir. Fakat bu kez de mesajın içeriğinin ne olduğu anlaşılamayacağından Tanrı’dan bir mesaj gelmesinin önemi kalmayacaktır.

  3. Tanrı, mesajının kullarınca anlaşılmasını istemekte olup bu mesajın kabul edilmesine dair bir isteğe sahip değildir. Bu kez de mesajın kullara (kulların anlam dünyasına) bozulmadan erişmesi yeterlidir. Şayet bu mesaj kullara eriştiğinde, kullar tarafından anlaşılabiliyorsa, bu mesajı alan bir kul, mesajı ya kabul edecek ya reddedecek ya da elinde mesajın içeriğini doğrulama veya yanlışlama şansı olmadığı için mesaj hakkında bir yorum yapmayacaktır.

  4. Tanrı, mesajının kullarınca anlaşılmasını ve kullara rehberlik etmesini istemektedir: Bu durum birinci durumdan pek farklı değildir. Kulların bilgi kaynağı sınırlı olduğundan ve bu mesaj olmaksızın gerçeğe erişemeyecekleri iddiasıyla söz konusu mesajın kabul edilip gerçeğe ilerlenmesi bekleniyor olabilir. Bu durumda da söz konusu mesajın anlaşılabilir olması gerekir, aksi takdirde söz konusu mesajın rehberlik etme şansı bulunmamaktadır.

Fakat şayet bir mesaj anlaşılabilir ise bu mesajın içeriğine dair bazı yorumlamalarda bulunmak olanaklı hale gelmektedir:

  1. Mesajın içeriği doğru olabilir ve bu doğruluk gösterilebilir.

  2. Mesajın içeriği doğru olabilir ama doğruluğu insanlar tarafından gösterilemeyebilir. Dahası, söz konusu mesaj yine insanlar tarafından yanlışlanamaz.

  3. Mesajın içeriği çelişkili olabilir, bu durumda mesajın doğru olma şansı bulunmaz.

  4. Mesajın içeriği çelişkili olmayıp doğruluğu hakkında hiçbir şey söylenemiyor olabilir.

  5. Mesaj sahte olabilir, bu durumda bu mesaja Tanrı kelamı demek, şayet gerçek bir Tanrı varsa, kâfirlik olacaktır; böyle bir Tanrı yoksa, yalnızca yalan veya sahtekarlık olacaktır.

Şayet her şeye kadir, her şeyi bilen ve evreni yaratan bir Tanrı bu mesajın kaynağı ise ve insanları yanıltmak gibi bir amacı yoksa mesajın çelişkili olmayıp doğru olması, ya da en azından şimdilik yanlışlanmamış olması ve gelecekte de yanlış çıkmaması gerekmektedir. [Bu akıl yürütmeye, mesajın Tanrısallığı Koşulu diyelim ve kısaca mTK olarak gösterelim.]



Bu durumda kendisinin veya Tanrı’dan başkasının bir mesajını Tanrı kaynaklı bir mesaj olarak sunan birisinin işi zorlaşmaktadır. Çünkü bizi böyle bir şeye inandırabilmesi için mTK’nın sağlanması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, söz konusu mesaj, (a) doğru; (b) çelişkisiz [tutarlı]; (d) anlaşılabilir olmalıdır.
Ancak, mTK’nın sağlanmış olması mesajın Tanrı kaynaklı olduğunu güvence altına almaz. Tüm bunlara ek olarak, mesajın Tanrısal kaynaklı olmasını gerektiren bir unsura daha ihtiyaç vardır: Mesajın ya insanlar tarafından verilemeyecek bir içeriğe veya bir biçime sahip olması gerekmektedir ve bu biçim ve içerik tarif edilen Tanrısal niteliklerle çelişmemelidir. (Buna da mesajın Tanrısallığının Gerekliliği – kısaca mTG – diyelim.)

mTG’nin sağlanması için ya insanların bilemeyeceği fakat yalnızca her şeyi bilen, her şeye kadir ve evreni yaratan bir varlığın bilebileceği bir bilgi veya mesajı hiçbir insanın iletemeyeceği fakat ancak tarif edilen türden bir varlığın iletebileceği bir biçimde iletilmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla, sahtekarlığı engellemek için mTK ve mTG’nin sağlanmasını aramalıyız. Şayet bu ikisi sağlanırsa, sorun yok; sağlanamazsa yalnızca Tanrısal kaynaktan gelmeyebilecek ama yine tutarlı, doğru ve yanlışlanamayacak [yanlışlanamaz değil] bir mesajla karşı karşıya gelmiş oluruz. Bu durumda, yine en makul olan şey bu mesajı reddetmeyip, en azından bu mesaja dair yargıyı askıya almaktır.

Fakat sahtekar, bununla yetinemez, onun amacı mesajının kabul edilmesidir. Bu nedenle, sahtekarın amacı için, mTK ve mTG’yi engelleyecek veya etkisiz kılacak yeni bir dinsellik anlayışı gerekmektedir. Mesajın anlaşılabilir, doğru ve tutarlı olmasını aramak yerine, sahtekar, “Tanrısal” mesajın herkesçe anlaşılabilir olmasının gerekli olmadığını, bu mesajın ikna gücünün ve yayılma gücünün mesajın “güzelliği”nde gizli olduğunu öne sürmektedir. Onun için gerekli olan tek şey, mesajın kendisi ve çevresindekiler tarafından anlaşılması ve bu anlaşılan mesajın doğrudan bir başkasına aktarılamayacağının kabulüdür. Bu durumda, sözde Tanrı veya sözde Tanrı’nın kelamı ile arasında özel bir bağ kurulduğunu öne süren sahtekar, mesajın içeriğini gizleyerek mesajın lafzına sığınarak değişken yorumları dilediğince dayatabilecektir.

Mesajın içeriği herkesçe bilinmediği halde, mesaj gerçekte bir lafızdan ibaretse, mesajın lafzının yayılması kolaylaşacaktır. Bu sayede, mesajı ifade ettiği düşünülen herhangi bir simge veya söz ile mesaj (aslında mesajın kendisi değil, yalnızca lafzı) kulaktan kulağa yayılacak ve bu simge veya sözün içeriğini bildiğine dair diğerlerini ikna edebilenler tarafından o günün gereğine uygun olarak dilediğince kullanılabilecektir.

Şayet ortada tek bir sahtekar bulunmuyor ama herkes sahtekarsa bu kez herkes aynı simgeye veya söze farklı içerikler kazandırıp olmayan bir mesaja içerik kazandırabiliyorsa, mesaj kolaylıkla yayılabilecektir. Bu durumda, mesajın anlaşılabilirliği ile herkes tarafından kullanılabilirliği çelişmektedir. Dolayısıyla, mesajın anlaşılabilirliği ve tek anlamlılığı mesajın korunmasının güvencesidir. Mesajı yaymak adına, mesaja çok-anlamlılık (en azından birbiriyle uyumlu olmayan bir çok-anlamlılık) kazandırılır veya atfedilirse, bu kez de mesajın tekliği ortadan kalkmakta ve mesaj anlaşılabilirliğini yitirmektedir.

Mesaj tek anlamlı olduğu halde, farklı kişilerin farklılıkları nedeniyle bir hata sonucu mesajı farklı şekillerde anlamlandırıyorlarsa, yayılan şey, mesaj değil, bir yanılgıdır veya yanılgılar çokluğudur. Bu durumda, yine mesajın gerçek anlamda yayılabilir olması için mesajın tek anlamlı ve anlaşılabilir olması gerekmektedir, aksi takdirde yayılan şey bir ve aynı mesaj değildir.

Yukarıdaki akıl yürütmelerden görüldüğü gibi muğlaklık, çok-anlamlılık, gizemlilik, dinsel mesajın varlığına da, anlaşılabilirliğine de, kabul edilebilirliğine de, bir ve aynı mesaj olarak yayılabilirliğine de aykırıdır. Dolayısıyla, mesajın içeriği yerine sunulan tüm “güzellemeler” mesajı ortadan kaldırmaktan veya halihazırda bulunmayan bir mesajı varmış gibi göstermekten başka bir işe yaramazlar.

Bunları da sevebilirsiniz