Futbol Ekonomisi: Maraton Başladı!

Avrupa’da liglere start verilmesiyle birlikte taraftarların takımlarına olan hasretleri son bulmuş oldu.

Başarının anahtarının çalışmak olduğunu bilen kulüpler, yeni sezonda amaçlarına ulaşabilmek adına zorlu ve yorucu bir kamp dönemini geride bıraktılar. Kulüpler, bu dönemin optimum seviyede verimli geçebilmesi adına teknolojinin nimetlerinden faydalanmaya devam etti. Bildiğiniz gibi, futbolcuların performans analizini daha iyi yapabilmek adına GPS sistemleri kullanılıyor. GPSports, STATSports ve Catapult gibi şirketler tarafından geliştirilmiş, oyuncuların sırtına takılan bir cihaz yardımıyla çalışan ürün, oyuncuların ne kadar antrenmana ihtiyaç duyduğunu belirleyebildiği, her oyuncunun antrenman sırasında ne kadar çalıştığını ölçebildiği için birçok kulüp tarafından tercih edilen bir teknoloji ürünüydü.


Adidas ise antrenman formalarına bu teknolojiyi yerleştirerek, GPS teknolojisini bir adım ileri götürüp inove etti ve bu ürünü futbol tarihinin en başarılı kulübü olan Real Madrid’in kullanımına sundu. Bu teknoloji sayesinde hem Madridli futbolcular antrenmanlarda daha rahat hareket edebildi hem de GPS, kalp atışı verileri gibi birçok veri, daha sağlıklı bir şekilde ölçülebildi. Böylece Zizou’nun işi bir nebze de olsa kolaylaşmış oldu.

Birçoğumuz plajlarda güneşlenip, televizyon karşısında uzanıp, diyet yapmadan istediğimiz yemekleri rahatça yiyebilirken, yeni sezonda adından söz ettirmek isteyen, başarıyı hedefleyen futbolcular kamp döneminin haricinde de bireysel antrenmanlar yapıp kendilerini geliştirmeye devam ettiler. Örneğin; Real Madrid formasıyla kupalara ambargo koyan, Avrupa’da yılın futbolcusu seçilen 32 yaşındaki Superstar Ronaldo, yoğun bir sezonun ardından Konfederasyon Kupası’na da katıldığı için izinliydi. Kamp dönemini takım arkadaşlarıyla birlikte geçirememesine rağmen bireysel antrenmanlarını hiçbir zaman ihmal etmedi.


Antrenmanlarının karşılığını ise sezona fırtına gibi başlayarak aldı ve bir kez daha herkesin takdirini toplamayı başardı.



Ülkemizde ise birçok yerli futbolcumuzun bireysel antrenmanlara yeteri kadar önem göstermediğini sadece fiziksel durumlarına baktığımızda bile görebiliyoruz.


Bildiğiniz gibi, ligimizde yabancı oyuncu statüsünün değişmesinin ardından ligimizde oynayan yabancı futbolcu sayısı artış gösterdi. Bu durumdan rahatsız olan bazı yorumcular ise yakında milli marşımızı okuyacak kimsenin kalmayacağından endişe duyduklarını dile getirdiler. Yaptığı açıklamalarla vizyonunun ne kadar dar olduğunu ispatlayan Osmanlısporlu futbolcu Serdar Gürler ise yabancı sınırının kalkmasıyla ilgili: ”Yerli oyuncular, maddi anlamda sıkıntı çekiyor. Sınır kalkmamış olsa 1’e değil 7’ye oynardık.” açıklamasını yapmıştı. Bu kişilere en güzel cevaplardan birini ise genç yeteneklerimizden Oğulcan Çağlayan, yabancı sınırının kaldırılmasının rekabet ortamını canlandırdığını, kim iyiyse onun oynadığını ifade ederek verdi. Yabancı sınırı (kısmen de olsa) kaldırılmadan önce Mehmet Topuz Kayserispor’dan Fenerbahçe’ye 9 milyon €, İsmail Köybaşı Gaziantepspor’dan Beşiktaş’a 5,5 milyon €, Tarık Çamdal ise Eskişehirspor’dan Galatasaray’a 4,75 milyon € bedelle transfer olmuştu. Örneklerini arttırabileceğimiz bu transferlerin hiçbiri de bonservis bedellerinin hakkını veremediler, çünkü bu bonservis bedelleri şişirme fiyatlardı ve bu transferleri yapan kulüplerin elinde Mortgage balonu gibi patladılar. 7,5 milyon €’ya Galatasaray’a transfer olan Wesley Sneijder, 2 milyon €’ya Beşiktaş’a transfer olan Marcelo, 5 milyon $’a Fenerbahçe’ye transfer olan Alex De Souza ise takıma verdikleri katkılarla bonservis bedellerinin hakkını fazlasıyla vermişlerdi.

Yabancı statüsü değişmemiş olsaydı, ne Cengiz Ünder, Enes Ünal, Çağlar Söyüncü gibi genç yıldızlarımız yurt dışına transfer olabilirdi ne de Cenk Gönen, Semih Kaya, Emre Çolak gibi orta seviye futbolcularımız yurt dışına gitmeyi tercih ederdi.

Globalleşen dünyada yabancı oyuncu kuralının tartışılması bile çok manasız oluyor. Son Avrupa Şampiyonu Portekiz’de ve son Dünya Şampiyonu Almanya’da yabancı sınırının olmadığını hatırlatmakta fayda var. Zaten çalışkan ve yetenekli oyuncularımız fark yaratarak kendilerini gösteriyorlar.



Eğer tek endişeniz milli marşımızı okuyacak futbolcunun kalmayacak olması ise, Felipe Melo gibi kendisini bizden biri olarak gören futbolcular ve biz taraftarlar gururla milli marşımızı okuyoruz.



Kulüplerimiz bu transfer dönemini genel olarak iyi değerlendirdi ve Gomis, Fernando Pepe, Nasri, Clichy, Menez, Medel, Negredo, Feghouli, Gyan Asamoah,Belhanda, Maicon ve Soldado gibi birçok önemli yıldız ülkemizde top koşturmaya başladı. Kadrosunu en hızlı şekilde kuran takım ise Başakşehir oldu. Bu sayede takım içerisindeki uyum sağlanmış oldu. Eğer Emre Belözoğlu’nun Sevilla karşısında direkten dönen vuruşunda top ağlarla buluşmuş olsaydı, Başakşehir kadrosunu hızlı bir şekilde kurmanın karşılığını Şampiyonlar Ligi vizesini kazanarak alacaktı. Yine de Galatasaray ve Fenerbahçe’nin başaramadığını başararak Club Brugge’ü geçtiği için UEFA Avrupa Ligi’ne katılmayı başardı.

Galatasaray’ı ve Paok’u geçerek UEFA Avrupa Ligi grup aşamasına katılmaya hak kazanan Östersunds Avrupa Ligi’ne katılan en düşük puanlı takım olurken, Fenerbahçe’yi eleyen Vardar ise en düşük puanlı 2.takım oldu. Kampa yetişmeyen transferler ve antrenörlerimizin rakiplerini küçümsemeleri bu yenilgilerde önemli bir rol oynadı. Galatasaray her ne kadar Gomis, Belhanda ve Maicon transferlerini kampa yetiştirse de şu anki kadronun değişmez parçaları olan Fernando, Mariano ve Ndiaye’nin transferleri Östersunds maçına yetişmemişti. Birçok kişi Galatasaray’ın sadece formasıyla bile Östersunds’u eleyebileceğini düşünüyordu,fakat futbolun sahada oynandığını, daha çok mücadele edenin bir adım önde olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Igor Tudor’un takıntılı, yaratıcı olmayan ve oyunu okumada henüz yeterli gelişimi gösterememiş bir teknik direktör olduğunu unutmamak gerekir. Geçtiğimiz yıl göreve geldiğinde takımını, elindeki futbolcuların en iyi oynayabileceği sistemde oynatmayı tercih etmemesi, elindeki futbolcularla sezon sonuna kadar iyi geçinmek yerine takımın patronunun kendisi olduğunu göstermek amacıyla Bruma’yı kadro dışı bırakmış ve birçok futbolcusuyla problem yaşamıştı. Galatasaray ise Tudor’un kibrinin kurbanı olarak şampiyonluk yarışına erkenden havlu atmıştı.

Galatasaray yönetimi, bu yıl her ne kadar Lucescu söylentileri çıksa da, sonuç itibariyle Tudor’a destek oldu ve %70 doğru bir transfer politikası izleyerek kadrosuna çok önemli yıldızları kattı. Sarı kırmızılılar, kadro kalitesinin yükselmesiyle birlikte tabiri caizse rakiplerini parçalamaya başladı. Eğer Dursun Özbek yönetimi göreve geldiğinden beri kadrosundaki birkaç eksikliği görüp gerekli takviyeleri bu sezon olduğu gibi kaliteli oyuncuları transfer ederek yapsaydı, hem bu sezon olduğu gibi sil baştan kadro kurmak zorunda kalmayacaktı hem de son 2 sezonda şampiyonluk yarışına erkenden havlu atmamış olacaktı. Her ne kadar Dursun Özbek’in kadroyu bu sezon güçlendirmeyi tercih etmesinin sebebi 2018 Mayıs ayında yapılacak olan başkanlık seçimlerinde bir kez daha başkan olmayı hedeflemesi olsa da, transfer politikasının önceki yıllara göre düzelmesi, “Zararın neresinden dönülse kardır.” dedirtiyor. Zarar demişken, Galatasaray’ın Mayıs 2017 faaliyet dönemi sonu finansal sonuçlarına göre 297 milyon TL zarar ettiğini unutmamak gerekir. Bu zararın bir daha gerçekleşmemesi, sportif başarılara ve üretilecek yeni projelere bağlıdır. Riva ihalesinde en yüksek teklifi veren firmanın ihaleden çekilmesi Galatasaray’ın Riva’dan elde edeceği gelirlerin 600 milyon TL azalmasına neden olabilir. Hatta söylentilere göre ikinci en yüksek fiyat veren firmanın da ihaleden çekileceği konuşuluyor. Dursun Özbek yönetimi bu duruma karşı ivedilikle önlem alıp, sportif başarıya ulaşıp, otel projesi gibi var olan projelerini bitirip yeni projeler üretirse, Mayıs ayına iddialı bir şekilde girmiş olur, fakat maalesef Dursun Özbek, Riva için: “Riva ihalesini alan firma bir şekilde ihaleden çekildi. İhale ikinci firmaya gitti. Onlar da çok önemli bir firma. Kayıp gibi bir önyargı olmamalı. Ben bahsedilen boyutlarda bir kayıp olacağını düşünmüyorum.” diyerek durumun vahametinin pek de farkında olmadığını göstermiş oldu.

Ramil Guliyev’in Dünya Atletizm Şampyionası 200 metre erkeklerde altın madalya kazanması, Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı’nın EuroLeague şampiyonu olması ve daha birçok amatör branştaki başarılar, Aziz Yıldırım yönetimi sayesinde gerçekleşse de Fenerbahçe’nin yıllardır futbolda istikrar sağlayamamasının en büyük sebebi yine yönetim oldu. Aziz Yıldırım NTV Spor’da, Van Persie transferini yaptıklarında, Van Persie’nin sakatlığından haberdar olmadıklarını açıklayarak yönetim zaafını kendi ağzıyla gözler önüne sermiş oldu. Futbol takımının başına getirilen Aykut Kocaman ise dikine futbol kavramını “zehir” olarak tanımlıyor. İki defansif ön liberoyla oynayıp sürekli yan pas yapmasına rağmen takımının şampiyon olacağına inanan Kocaman, Vardar’a elenmesinin ardından taraftarların gözünden tamamen düştü. Bu sezon yapılan transferler takıma beklenenden fazla katkı verirse Fenerbahçe ilk 3’ü zorlayabilir.

Trabzonspor’da ise, Kuzeyin Kralı olan Burak Yılmaz’ın dönüşü çok hızlı oldu, fakat Kralın yokluğunda Ersun Yanal’ın hatalı tercihleri Trabzonspor’un puan kayıpları yaşamasına neden oldu.

Beşiktaş, Çin’de yapılan kampın sıkıntılarını sezona tam olarak hazırlanamayarak çekse de Çin’e giderek marka değerinin büyümesi açısından önemli bir girişimde bulunmuş oldu. Fikret Orman ve Şenol Güneş arasında yaşanan kriz büyümez, yeni transferler takıma adapte olursa Şampiyonlar Ligi seviyesinde nispeten kolay bir gruba düşen Beşiktaş, geçen yıl başaramadığı işi bu yıl başarıp gruptan çıkabilir.

Takımınızın bol gol attığı, üç puanların havada uçuştuğu bir ay dileğiyle…

Bunları da sevebilirsiniz