Atkestanesi

Aylardan Mart, vakit tam ekim zamanıydı bu Akdeniz beldesinde. Saytaş elinde bir çift fidanla arkadaşının dükkânından içeri girdi. Sabahı zor etmişti. Kahvaltısını yapar yapmaz balkondaki torbayı özenle eline alıp sokak aşağı yürüdü. Aynı spor takımını tutan genç arkadaşı Önder dükkânını çok erken açardı. Bunu bildiği için, kalabalık olmadan armağanını götürmüştü. Onu gören Önder kasanın arkasından ayağa kalktı. “Oooğ, hoş geldin ağabey, sen hiç bu kadar erken uğramazdın” dedi. Saytaş gülen gözlerle ona baktıktan sonra arkasına sakladığı torbayı Önder’e uzattı: “Bak istediğini aldım, getirdim” dedi. Gözbebekleri parlayan bakkal Saytaş’ın elindeki ikişer metrelik, bir çift atkestanesi fidanına hayran hayran bakakaldı. Hoş kokusu, güzel gövdesi, geniş yaprakları ile doğal bir gölgelik olacaktı dükkânının önüne. Ressam olan halasının kızı Ayten Ablasının yaptığı büyük boy bir Emirgan Çeşmesi tablosu vardı. Ogün bugündür salonunun başköşesinde asılı duran bu tablonun özelliği çeşmenin mimari güzelliği; arkasından göğe uzanan minare kadar onu saran atkestanesi ağacının ihtişamıydı. Dedesinin dedesi; Atatürk’ün Orman Çiftliğinde, Marmara köşkünün bahçesine yapılan ve İncesu çayını depolayan havuzun suyuyla nasıl atkestanesi ve diğer ağaçların sulandığını Ankara’da yaptığı askerliği sırasında görmüştü. Önder, her ahbabına yaptığı gibi Saytaş Abiye de bu öyküyü aktarmıştı. Bakkal dükkânının bulunduğu sokak Şairler Mahallesi Muhtarlığı sınırları içindeydi.

Kütahya, Kumarı Köyü, 1000 yıllık olup meyve veren, tescilli anıt kestane ağacı ve eski muhtar Ali Çelik( http://www.radikal.com.tr/cevre/turkiyenin-en-yasli-kestane-agaci-889129/ ) 18.06.2008

Bu sokaklar, Türk edebiyatının tanınmış şairlerinin adını taşımaktaydı. Bitişik nizamlı daracık bahçeler içinde beşer katlı apartmanların her iki tarafına boncuk gibi dizildiği yollar; doğudan batıya, kuzeyden güneye birbirini dik açılarla keserdi. Güney cepheli Bakkal Palabıyık’ ın girişi, o günde her zamanki gibi alev alevdi. Dükkânın önündeki kaldırımda beşer metre ara ile belediyenin açtığı iki adet ağaç dikim yeri boş durmaktaydı. İki yıl önce belediye görevlileri, kuruyan iki atkestanesi ağacını oradan sökmüş, yenisini ise dikmemişti. Eksikliği ile bu boşluk, sokağın yeşil kuşağında bir gedik diş gibi dikkati çekiyordu. Dahası Akdeniz’in zorlu güneşi altında kapı üstündeki tentenin gölgesi hiç serinlik vermiyordu. Fidanları görür görmez Önder hemen dükkânın arkasın koştu. Depodan bir kazma ile bir küreği kaldırıma koydu. Sonra gidip iki kova su doldurdu, geldi. Saytaş Abi çoktan ilk çukuru kazmış, içine bir fidan yerleştirmişti bile. Önder hemen davranıp küreği aldı ve çıkan toprağı tekrar çukurun içine itina ile koydu. Sonra fidanın dibine bir kova can suyu döktü. Ondan sonra sıra ikinci fidana geldi. Onu da ekip, can suyunu döktüler. “Dur Abi” dedikten sonra Saytaş içeriye koştu. Tezgâh üzerinde duran anahtarlıklardan mavi boncuklu iki tanesini kaptı, geldi, güzelce fidanlara taktı. Artık nazar da değmeyecekti.

At kestanesi Fidanları

Henüz oturmuşlardı ki Şairler Mahallesi çöpçüsü başlarına dikildi. Elinde, yağ tenekesinden kesilmiş, sapları kavaktan bir faraş ile çalı süpürgesi vardı. Hafif olduklarından taşıması kolaydı. Üstündeki tulumdan belediye işçisi olduğu belliydi. Her iki erkeği selamladıktan sordu: “Napıyonuz siz ikiniz burda?” diye sordu bir amir edasıyla. İki arkadaş bakıştı. Ne yaptıkları o kadar açıktı ki. Çöpçü yanıt beklemeden bir belediye görevlisi olarak onları uyardı: “Bu ağaçların yaprakları çok dökülür, benim zaten işim başımdan aşkın. Bu ağaçları buraya ekmeyin!” İki arkadaş bu emir karşısında şaşkın şaşkın bakıştı. Bu çöpçü değil miydi bir saatlik öğle tatiline yarım saat evvel başlayıp, kışın soğuk, ilk ve son bahar yağmurlu, yazın sıcak bahanesiyle yarım saat de arkasından işine geç başlayan? Bir saat yerine öğle tatilini iki saat köşedeki kahvede okey oynayarak geçiren? Çöpçüyü uzun uzun süzdükten sonra “Gel otur hele, soluklan biraz. Su mu içersin yoksa çay mı?” diye sordu Önder. “Oturayın bari” dedi adam. “Zaten biraz sonra öğlen molası, azığımda yanımda yerin gider. Bir kölge bulur, oturuyın gari” dedi. Saytaş Abi “Bak gelecek yıl, Allah kısmet ederse, bu fidanların gölgesinde sana kavun ikram ederiz” dedi.





Çiçek açmış atkestanesi

Ertesi sabah Saytaş Abi eserini görmek için dükkânın önüne gitti. Önder’i başı eğik, adeta bir mezar başında immişçesine yaslı buldu. Her iki fidanın da yerinde yeller esiyordu. Kalan çukurları birisinin düzeltmeye çalıştığı, bıraktığı ayak izinden belliydi. Hemen konu komşuya haber verip içeri koştular. Bakkalın içini ve dışını gözetleyen kamerayı açıp, seyretmeye başladılar. Kamera kayıtları giriş kapısını ve sokağı sağlı sollu gösteriyordu. Bir gece öncesinden başladılar seyretmeye: Tanıdık, tanımadık insanlar hem o, hem de karşı kaldırımdan yürüyüp gidiyor, kimisi karşıdan karşıya geçiyordu. Kâh bir binek, kâh bir ambulans, bir iki taksi, bazen de bir motosiklet ve bisiklet aksi yönlerde dükkânın önünde beliriyordu. Sabah saatlerinde Önder’in dükkânı açmasından yarım saat evvel bir karaltı kameranın önünden geçti. Sonra onun özenle çalı süpürgesini ve faraşını bakkalın köşesine dayadığı görüldü. Adam bir sağına, bir soluna baktı önce. Sonra her iki fidanı da yerinden söküp, ikiye büküp kırdı. Elindeki çöpleri bir kez daha küçülttükten sonra karşıya geçti. Başını köşedeki büyük çöp tenekesine tepetaklak sokarcasına eğildi. Fidanları, kimse görmesin diye en dibe zahmetle sokuşturduktan sonra doğruldu. Ellerini ovuşturdu; üstünü, başını silkeledi. Kendinden memnun süpürge ve faraşını alıp kaldırımı, yol kenarlarını süpürmeye başlayarak iş başı yaptı.

Atkestaneleri







Önder ve Saytaş Abi, tanıkların huzurunda çöpçüye kamera ile suçüstü yapmışlardı. Ekmeğine mani olmadan ona, nasıl uygun bir ceza vereceklerini düşündüler. On beş, yirmi dakika sonra karar vermişlerdi bile. Saytaş telefonla karısına olayı anlatarak kendisini beklememesini, gecikeceğini söyledi. Sonra keyifle öğle olmasını beklediler. O arada gelenlere Önder satış yapıyor, nadiren veresiye defterine bir şeyler yazıyordu. Saytaş Abi ise tanıdıklarla biraz kapı önünde sohbet ediyordu. Birden fazla müşteri geldiğinde meyve tartarak, para bozarak Öndere yardım ederken; bir taraftan da çöpçünün yolunu gözlüyordu. Öğlen olmak üzereydi. Çöpçü kaldırım kenarlarını süpürerek yavaş yavaş dükkânın bulunduğu yere yaklaşmaktaydı. Ne acelesi vardı, ne de aşırı iş yükü. Mart ayı olduğu için Mayıs sonunda yeşeren kestane ağaçlarının yapraklanmasına 2-3 ay, yapraklarını dökmesine ise 7-8 ay vardı. Geçen sonbaharın yağmurları ile dökülen kurumuş atkestanesi yaprakları çoktan belediyenin katı atık çukurundaki yerini almıştı. Öğlen üzeri geçen “Semtimiz-Tertemiz” yazılı çöp kamyonu o sırada yanlarından geçip karşı köşedeki çöp kutusunun yanında durdu. İki belediye işçisi önce çöpçüyü hürmetle selamladı, sonra kaldırıp kutunun içindekileri ve iki atkestanesi fidanını tanıklar önünde çöp arabasına boşalttı. İşçiler arabanın arkasına asılınca, çöp arabasının şoförü, Orhan Veli Sokak’ ını baştan başa kokuta-kokuta kamyonu sürdü gitti.

Saat 11.45’te Saytaş ve Önder; Baba Palabıyık’a dükkânı emanet edip Şansal Kıraathanesi ’nin yolunu tuttu. Her zaman olmasa da ara sıra uğradıkları bu semt kahvesinden neşeli homurtuları ile kaybedenlerin nedamet nidaları birbirine karışıyordu. Sanki bir fabrikanın üretim kayışı çalışıyormuşçasına, Şanşal ’dan nameli şıkırtı sesleri gelmekteydi. Gözle görülür bir yerde ise “Para ile oynamak yasaktır” yazıyordu. Saytaş Abi, Şansal ’ın bitişiğindeki apartmanda otururdu. Başını kaldırınca eşi Duygu ile göz göze geldi. Eşi kocasına el salladı, Saytaş ise başını soran bakışlarını ona çevirip başını titreretti. Eşi Duygu “evet” anlamında başını öne arkaya salladı, ardından göz kırptı. Sonra cep telefonunu eline alıp birisiyle konuştuktan sonra sokağı yukarıdan izlemeye devam etti. Saat bir buçuğa yaklaşırken çöpçü Abidin, süresi iki saati bulan öğle tatiline son verdi. Okey arkadaşlarıyla ertesi gün öğle tatilinde buluşmak üzere vedalaştı. O sırada birisi kıraathanedekilere her ikisi de Türk olan Sultan Timur’un, Ankara Savaşından sonra huzuruna getirilen Sultan Beyazıt’a “Sen kör, ben topal” dediğini nakletmekteydi. Çöpçü basamakları çıkarak Şansal Kıraathanesinin üstü gölgeli bahçesinden, kızgın Akdeniz güneşine adımını attı. Sıcaktan kaçarcasına karşı apartmana koşarak, merdivenlerden aşağı emin adımlarla indi. İnmesiyle merdivenleri ikişer üçer çıkması bir oldu. Sokağın ortasına kadar fırlayıp “Acaba ben mi apartmanı şaşırdım?” diye bakındı. Ardından bir iki apartmana daha girdi çıktı. Kahvedekiler telaşlı halini görmüş meraklanmışlardı. “Abidin, Abidin hayrola? Bir şey mi kaybettin?” diye seslendiler. Çöpçü sapsarıydı: “Süpürgemle, faraşım yoğolmuş! Bi gören var mı?” diyebildi.

Sonbaharda at kestanesi 1

Saytaş Abi ile Önder dükkânın önünde hem çay içiyor, hem de onu seyrediyordu: “Gel, gel” işareti yaptılar. Abidin bir adımda onların yanına vardı: “Ağabeyler, elinizi ayağınızı öpeyin; biliyorsanız söylen, süpürgemle faraşım nirde?” dedikten sonra oracıktaki tenekenin üzerine başı iki eli arasında çöktü. Saytaş’la Önder bir ağızdan: “Ne bu telaşın, kaybolduysa yenisini verirler. Ne var bunda üzülecek?” dediler. Abidin: “Bildiğiz gibi değil ağalar; üzerime zimmetli, belediyenin demirbaşı” diye inledi. Her ikisinin üzerindeki numaralar Defter-i Kebir’e, hemi de fotoğraflarıyla birlikte gayıtlı” dedi. Üstü başı sigara kokan çöpçü, sanki üzerine zimmetli mavzerini aldırmış er gibi tedirgindi. Saytaş: “Öyleyse kolayı var” dedi. Sen şimdi hemen şuradan yürü git ve bir çift, iyi cins atkestanesi fidanını kap gel” dedi. Çöpçünün yüzü kızardı: “Ağabey, ben ettim, sen etme, viriver şu faraşımla süpürgemi” dedi. Önder: “Yürü git! Park ve Bahçeler Müdürlüğü şuracıkta!” dedi üstüne basa, basa. “Yalvarıyon şimdi işbaşı zamanı, beni iş yerimin dışında görürlerse geseller (keserler)” dedi. “Eh sen bilirsin” dedi Saytaş Abi “hem elimizle diktiğimiz fidanları kırıp attığının, hem de öğle arasında 2 saate yaklaşan bir de okey oyunu kaydın var” dedi. Abidin biri iki etmeden savuştu ve hemen iki çift atkestanesi fidanıyla döndü. Etrafına bakındıysa da hala süpürge ve faraşı ortalarda yoktu ama fidanları dikmek için gerekli bir kazma ve kürek onu bekliyordu. Saytaş Abinin hanımı Duygu’da Dükkan Palabıyık ’ın önünde, elinde bir tef ile yerini almıştı. Yetmiyormuş gibi Şansal Kıraathan esinin sahibi başta olmak üzere sokağın sakinleri çoluk çocuk, bu seyri kaçırmak istemedikleri için her iki kaldırımda bekleşiyordu. Oradan geçen bir iki arabanın yolcuları sokağı dolduran neşeli kalabalığa hayretle baktı. Anlayabildikleri tek şey o etkinliğin “Atkestanesi Dikim Şenliği” olduğuydu. Abidin oradan ayrıldığında artık üzerine namusu üzerine zimmetli olan sadece görev edevatı değil, bir çift de atkestanesi vardı.

1  İlk resmin dışındaki fotoğraflar aşağıdaki kaynaktan alınmıştır (30 Ağustos 2017) https://www.google.com.tr/search?q=atkestanesi+a%C4%9Fac%C4%B1&safe=active&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwigj_2R7oHWAhWOL1AKHVByCtIQ_AUICigB&biw=1275&bih=602

Bunları da sevebilirsiniz