Ahlaka ve Hayale Sığınan İyi Yürekli İnsanlara!

Gücü yetmeyenler gücü yetenlere öğütler verir, arzularını iletirler. Gücün altında ezilenlerse yakınmalar, serzenişler yanında bir de ahlaktan dem vururlar. Ahlaki çürümüşlük, ahlak yoksunluğu, insafsızlık, vicdansızlık sıfatlarıyla zalimleri terbiye etmeye kalkar bu “iyi yürekli” ama “saf” insanlar.

Arzuların, yakarışların ve temennilerin arkasında, bu kişilerin ahlaklı, iyi niyetli ve aklı başında olduğu düşüncesi gizlenmektedir. Ahlaki-Törel dil, politik alandan kaçışın söylem alanını işgal etmektedir. Politik alandan kaçanlar, ahlak alanında ön almaya çalışırlar, ne fayda! Ahlak, halihazırda bir önceki politik iklimin ürünüdür, önceden belirlenmiş ve hatları çizilmiştir. Politik alandan kaçanlar, politik alandan atılanlar huzurlu ve güvenli bir alanın hayaliyle “bir başka” politik alan kurmaya çalışırlar ahlak zemininde.

Kimileriyse, geçmiş güzel günlerin gerçeğini yeniden kurup hayal alemine yolculuğa çağırırlar: Sarı Saçlı Mavi Gözlüm… Gel yine gel veya Başka bir dünya mümkün veya Haklıyız kazanacağız . Direnenlerin alnından akan teri, bileklerindeki izleri ve kalp kırıklıklarını sayıp müritlerine cennet kuran bir Emekçi Tanrı varmışçasına geleceğe yazılır dilekçeler. Sözümona Materyalist teorinin eyleyenleri Güzel Günlere inanırlar. Şiirden teori devşirmeye kalkanların hazin halidir bu; yoksa, ayıp değil şiirle hemhal olmak, şiirle duyumsamak. Şiirle teori yer değiştirince imkansızı isteyip mümküne razı olup kafaları çekmek daha mümkün sanki.

Politik alana dair teorisi eksik olanlar, ya politik alandan kaçıyor ya da hepten gerçekliği, zamanı ve mekanı terk edip tarihin gözlemcisi oluveriyorlar: “Nasıl oluyor tüm bunlar?” “Çocuk tacizcileri”, “Yurtta çocukları ateşe kurban etmek”, “Soma’da madencileri gömmek”, “Yolsuzluk ve yoksulluk”, “Canları sokaklarda kıymak”, “Akademisyenleri kovmak”, “Kahramanları çakallara kurban etmek”, “teröristleri kahraman ilan etmek” vs. Sahi nasıl oluyor tüm bunlar? Acaba gücümüz yetmediğinden mi? Acaba ahlak bir boş gösteren mi? “Hakiki İslam”, “Hakiki sosyalizm”, “Gerçek demokrasi” vs. tüm bunlar gibi bir acil çıkış parolası mı yoksa “ahlak” dedikleri?

İlkeler güzel şeyler… Güzel şeyler ilkeler… Özellikle de havadayken… Örneğin, insancıl bir dünya… ya da barış ve huzur içinde bir ülke hayali peşi sıra tek bir millet olmak… Eşit oy ilkesi… Siyasette ahlak… Vatanı parola işareti namus bellemek… Gelecek elbet bir gün sosyalizm diye haykırmak… Ne güzel şey insancıllık ve ne güzeldir imanlıya her karanlık… Ne de olsa her gece bir sabah bekler…

İlkeleri yeryüzüne indirmekse ne zor iş! Ya da yeryüzünde ilkelerle yol bulabilmek! “Somut durumun somut tahlili”? Hayır, hayır öyle “büyük anlatı” laflarına gerek yok. Bilimin bin yıldır söylediğini diyorum yalnızca. Bilim bin yıldır ve belki daha da fazla zamandır tek yol gösterici. Ahlak dediğin bugüne gelirken geride bıraktığımız ilkeler toplamı yalnızca, kimi doğru kimi yanlış. Dermanımız, oyunun kurallarını hatırlatıp durmak değil, oyunu çözüp kendi oyunumuzu kurmak. Yoksa, mahallenin kabadayısı oyun tahtasını bozuverir, bizse hakem arayıp dururuz.

Güzel bir laf vardır: Zafer hazırlığı sever (Victoria amat curam, Latince söyleyince daha etkileyici oluyor sanırım). Hazırlıksa temenniler sunarak veya “yıkılmadık ayaktayız” diyerek değil, ayağa kalktığımızda perişan edebilmek için yapılır. Ha… Unutmadan Latince bir söz daha: Nulla in mundo pax sincera: Hakiki bir barış yok bu dünyada! O halde, zalime zaferinden dönmesi için barış çığlıkları yerine zafer için hazırlanalım.

Bunları da sevebilirsiniz