Halkoylaması İçin Son Söz:

Madde 4 – Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiç bir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.”

1961 ANAYASASI(1)



Anayasalar, bir devletin özelliklerinin, siyasal şeklinin, yönetim tarzının vb’nin belirlendiği ve kayıt altında tutulduğu belgelerdir. Üzerinde durmayacağız. Çünkü burada söylemek istediklerimiz anayasaların özüyle ilgili diğer özellikleridir.

Anayasalar neyi, neleri ortadan kaldırır, neyi ve neleri getirir?

Bunun için anayasalara tarih açısından bakmak gerekir.

Anayasalar ve Hükümdarlar

Anayasaların tarihine ilk bakışta görülecek olan, anayasaların hükümdarları ortadan kaldırdığıdır. Bu, krallıkların anayasalarla sona erdiğini göstermektedir.

Anayasalar o krallıkların ortadan kaldırılması, sona erdirilmesi içindir. Bir yerde anayasa varsa “prens” yoktur. Bu yüzden, anayasaların doğumuyla hükümdarların ölümü aynı dönemdedir.

Anayasalar, krallık, prenslik, imparatorluk, çarlık, şahlık, padişahlık gibi rejimleri ortadan kaldırmıştır. Kişiye dayanan rejimler ortadan kalkınca hükümdarlar da tarihe karışır! Anayasalar hükümdarları yok etmiştir.

Kişilerin iktidarı hanedan olmuşsa bunun bilimdeki adı monarşi dir.

Kulluk ve kölelikle nasıl demokrasi ve Cumhuriyet olmazsa, kişi iktidarıyla anayasal bir düzen de olmaz.



Otokratlar Ve Devrim

Otokrasi denetim istemez, kabul etmez. Otokrasiyle denetim eşzamanlı değildir. Bu yüzden bütün otokratik rejimler anayasasızdır. Bundan anayasaların, tek güce karşı katılım ve denetim için ortaya çıkan belgeler olduğunu anlıyoruz. Bu, hükümdarların isteği ya da kabulüyle olmadığı ve olamayacağı için anayasalar devrimle gelir.

Her devletin yasaları vardır. Devlet yasa demektir, yasasız devlet olmaz. Ama devlet anayasa demek değildir, anayasasız devlet olur. Zaten 18. yüzyıla kadar anayasalı devlet yoktu. Siyasal devrimler çağı başlayınca anayasalar çağı da başlamıştı.

Anayasalar ve devrimler ile hükümdarlar eş zamanlı (senkronik) değildir! Bu, şu demektir; bunlar bir arada olmaz, olamaz. Ya anayasalar otokratı devrimle ortadan kaldırır, ya da otokratlar devrimi ezer ve anayasayı önler.

Peki neden? Çünkü anayasalar otokratlara karşıdır. Anayasalar otokratları ortadan kaldırmak için yapılır. Ve bunun için devrim gerekir.

Anayasa ve Teokratik Rejimler

Bütün teokratik rejimler de anayasasızdır.

Din devleti anayasa ile bağdaşmaz. Din devletleri feodal sistemin ve öncesinin devletleridir. Hükümdarlar tarihin gündeminden düşünce din devletleri de devam edemez olur. Anayasalar, kral, kraliçe, imparator, çar, sultan, şah, padişah gibi hükümdarları tarihe gömdüğünde, din devletinin direği kırıldı.

Orta Çağ’ın Avrupa siyaset teorisinde feodal hakim sınıfın meşruiyet kaynağı Tanrıydı. Siyasal devrimler iktidarları Tanrısızlaştırdı, Tanrıları iktidarsızlaştırdı. Demokratik devrimler Tanrıyı siyasal otorite olmaktan çıkardı. Dinin siyasal rolüne son verdi. Cumhuriyet devrimleri, devletlerin dinden kurtulması için yapıldı ve dinden kurtulmasına hizmet etti. Laiklik bundan başka bir şey değildir.

Bizde de aynı şeyler oldu.

Anayasa mücadelesinin Türkiye’deki tarihi, padişahın yetkilerine karşı yürütülen mücadele tarihidir. “Meşrutiyet”, padişah statüsüyle ilgili bir talepti. Zaten “meşrutiyet” sözcüğü “şart”tan geliyordu, “meşrutiyet”in anlamı da, padişahın şartlı olarak yetkilere sahip olmasıydı. Yani padişah kısıtlanıyordu.

Cumhuriyet Devrimi, dinin toplum üzerindeki ağırlığını ortadan kaldırdı. Başta Hilafet olmak üzere din kurumlarını devletten temizledi.

Demokrasi, dinsel ideolojiye karşı mücadelenin konusudur. Teokratik rejimlerde demokrasi olmaz. Din devletinde hak ve özgürlüklerden söz edilemez. Bu yüzden demokrasi krallar ve padişahların yıkılmasıyla gerçekleşebilir. Ve hep öyle oldu.

Anayasalar ve Meclisler

Anayasasız cumhuriyet olmaz. Meclissiz cumhuriyet olmaz. Anayasa ve meclis denetim demektir. Denetimin aracı meclistir. Meclis hem denetim yapar, hem de seçim demektir. Denetim yürütmenin denetlenmesidir, seçim, yürütmenin başının seçimle belirlenmesidir.

Anayasalar meclis içindir.

Firavunların meclisi olmamıştı, Çin imparatorlarının da. Hititlerde de meclis yoktu, Safevi imparatorluğunda da.

Neden? Çünkü firavunların, imparatorların, kralların anayasası yoktu.

Anayasalar da yasadır, ama anayasa yasadan başka bir şeydir. Anayasasız meclis de olmaz.

Meclisler, seçimleri, seçimler seçmenleri, seçmenler milli iradeyi, milli irade demokrasiyi yaratmıştır.

Anayasalar ve Hanedanlar

Anayasalar hanedanları ortadan kaldırmıştır. Anayasa varsa hanedan yoktur! Dolayısıyla anayasalarla hanedanlar bir arada olmaz. Hanedanlar anayasalara girmez. Bir hanedan anayasa ile bağdaşmaz.

Krallık varsa anayasa olmaz. Krallıklar iktidarların soydan devamıdır. Anayasal krallık olmadığı gibi, anayasal hanedan da olmaz. Kanıtı nedir derseniz, yanıt çok kolay; anayasalar her yerde hanedanları ortadan kaldırmak için yapılmıştır ve hanedanlar yok edilmiştir. Hanedanlar yerine millet ve meclisler gelmiş, seçim sistemleri doğmuş, çeşitli sınıfların ve halkın katılımı sağlanmıştır.

Krallık ve hanedan olan bir Batı ülkesi vardır ve meclislidir, meclisleri bulunmaktadır: İngiltere.

İngiltere’nin anayasasının olmadığından söz edilir. Neden yoktur peki? Daha doğrusu neden yazılı anayasası yoktur? Çünkü devletin yalnız adında krallık vardır. İngiltere’de hanedan bir süs tür, hala kraliçe vardır, ama süs olarak vardır. Süstür, çünkü kraliçe (veya kral) gerçekten varsa anayasa yoktur.

İngiltere’nin yazılı anayasası yoktur, olsaydı hiç bir anayasada olmayan krallık da olmak zorundaydı. Zaten İngiltere’nin adı da Birleşik Krallık ’tır (United Kingdom ).

Anayasa Ve Millet

Kendini imparator ilan eden Napoleon’un 1789 Büyük Fransız Devrimi Anayasası’yla bir bağı kalmamıştı. Daha doğrusuyla o anayasayı çiğnemiş, ihlal etmiş, ortadan kaldırmıştı. Çünkü meclisler imparatorluklarla ve imparatorlarla bağdaşmaz.

Bizdeki örnek son derece aydınlatıcıdır. Kendisine kabul ettirilen anayasayla birlikte hükümran olamayacağını bilen, belki de bunu hemen anlayan II. Abdülhamid’in ilk işi meclisi ortadan kaldırmak olmuştur. İktidar süresinin neredeyse tamamında meclisi çalıştırmamıştır. Kısıtlanmış bir yetkiyi, şartlı bir iktidarı, meşruti bir rejimi kabul etmemiştir. Meclisin tekrar kurulması ve açılması için, anayasanın yürürlüğe tekrar girmesi için bir devrim gerekmiştir. Türk tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan II. Meşrutiyet Devrimi 1908’de tekrar anayasayı geçerli kılarken meclisi yeniden açmıştır. Bir yıl da sonra, meşruti anayasayı 32 yıl önce uygulamayan ve Devrimden sonra da uygulamak istemeyen sultanın padişahlığı elinden alınmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra ise, Cumhuriyet’le saltanat birlikte olamayacağı için padişahlık ortadan kaldırılmış, Osmanlı Hanedanı sona ermiştir.

Anayasalar milletleme sürecinin eseri ve sonucudur ve millet içindir.

Anayasa ve Cumhuriyet

Denge ve fren mekanizmalarından yoksun rejimler anayasa istemez. Anayasalar hükümdarlar için kısıtlanmadır.

Anayasalar da yasadır, ancak yasalardan farklıdır. Yasasız devlet olmaz, ancak anayasasız devlet olur. Cumhuriyet anayasal rejimdir. Anayasası olmayan bir cumhuriyet düşünülemez. Cumhuriyetler katılım ve denetimdir.

Tek-Tanrılı dinlerin içinde olan bütün devletlerde din devleti olarak ortaya çıkan din-siyaset ilişkisinin özü ve şekli hep aynıydı. Kralların iktidarının Tanrıya dayanması gibi, padişahların iktidarı da Allah’a dayanıyordu. “İrade” yerde değil, gökteydi! Ayrıca “irade”, ele alınamaz, değerlendirilemez, karşı çıkılamaz, dokunulamaz, parçalanamaz, paylaşılamaz, sınırlamazdı. Bu yüzden, Avrupa’da feodal iktidarlara ve hükümdarlara karşı mücadele, nasıl “ilahi irade”ye karşı çıkılarak yapıldıysa, ülkemizde de aynı şey oldu. Fransa’da “Yaşasın kral” yerine, nasıl “Yaşasın millet” dendiyse, Türkiye’de de “Padişahım çok yaşa” yerine, “Millet çok yaşa” dendi.

Bunlar, kulluktan vatandaşlığa geçişti. Cumhuriyet’ti. Din devletlerinin ömrünün dolduğunu gösteriyordu.

Anayasa = Devletin “HAKLARI” Yerine, Devletin Görevleri Ve Bireyin Hakları

Anayasalar iki tarafı da keskin bıçaktır. Bir tarafı devlete tabi olan vatandaşı kesmeye hazırdır, diğer tarafı devleti. Bu, şu demektir: Anayasalar devletlerin niteliği ile ilgili kayıttır, devleti sınırlar, ama bunun yanı sıra, toplumun ve bireyin hakları ve devletin vatandaşa karşı görevleri konusunu çözüme bağlar. Yani anayasalar devletin millete karşı olan sorumluluklarının belgesidir. Anayasa yoksa, vatandaşın hakları belirsizdir, daha doğrusu vatandaşın hakları yoktur, dahası, anayasa yoksa vatandaş da yoktur. Anayasanın olmadığı yerde vatandaş henüz doğmamıştır, tebaa vardır, kul vardır. Tebaanın vatandaş olmasını anayasalar sağlamıştır.

Toplumun ve vatandaşın haklarından birincisi özgürlük tür. Doğumla başlar ve yaşam boyunca devam eder. “Herkes özgür doğar”, ama bu yetmez, herkesin özgür yaşaması da gerekir ve bu devletin görevleri arasındadır. Dolayısıyla anayasalar, özgürlüğün “olmazsa olmazı”dır.

Anayasalar eşitlikçidir, elbette olabildiğince. İlk ortaya çıkan anayasalarda cinsiyet ayrımı vardı, sınıf ayrımı vardı, kadınlar seçimlerde oy kullanamazlardı, bütün vatandaşlar oy hakkına sahip değildi (seçme hakkı varlıklılarla sınırlanmıştı). Örneğin, Büyük Fransız Devriminde bile böyleydi. Ama 19. yüzyıl içinde anayasaların eşitlikçiliği hayata geçti. Bugünlere yaklaştığımızda bütün anayasalarda bütün vatandaşların, erkek ve kadın, varlıklı ya da yoksul, herkesin oy hakkı sağlanmıştı. Anayasaların yarattığı seçmen kitlesi, eşitlikçiliğin sonucunda “genel oy hakkı ”yla bütün toplumu kapsadı.

Yeni anayasa tasarısı, devletin hakları içindir. Özü bakımından anayasa hukukunun tersine çevrilmesidir.

Anayasalar VE Emperyalizm

Son olarak, yeni Anayasa’nın özünün yetkileri tek elde toplamak olduğu bilindiğine ve kabul edildiğine göre bunun emperyalizm için ne demek olduğuna dikkat etmek gerekir.

“Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Bunun için mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükumeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.”(2) Böyle diyor Amerikalı.

Türkiye Cumhuriyeti anayasal bir rejim kurdu. Millet egemenliğini ortaya çıkardı. Ama meclisle, millet egemenliği ile emperyalizmin çıkarları bağdaşmıyordu. Tek kişi yönetimi dış güçlerin istediği ve yararlanacağı bir sistemdir. ABD, “evetçi”dir, güçler ayrılığından yana değildir, çünkü “ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar”dır. Bunun gevşemesi gerekmektedir ve bu ancak “başkanlık” sistemiyle gerçekleştirilebilir.

Mustafa Kemal Atatürk, İslami Türk milletini Batılı standartlara göre, ‘medeni bir millet’ haline getirmek istemişti. Batı dünyası bunu suç olarak görmüştür ve “uygar” Batıdaki Atatürk düşmanlığının bir nedeni de budur.

Emperyalizme göre, “parlamenter sistem İslam ülkeleri zaten için lükstür”.

Var olan ve bugün halkoylamasına sunulmuş olan anayasa tasarısı başkanlık sistemi değildir, ayrıca bir “cumhurbaşkanlığı sistemi” de değildir, zaten dünyada böyle bir sistem, “cumhurbaşkanlığı sistemi” de yoktur. Yeni anayasanın getireceği sistem, Cumhuriyet’in ilkelerinin yok edilmesidir, denetimin ortadan kaldırılmasıdır, bütün yetkilerin tek elde toplanmasıdır, meclisin işlevsizleştirilmesidir, hükumetlerin göstermelik olmasıdır, güçlerin birliğidir. Vb.

Bunlar göstermektedir ki, yeni anayasa, emperyalizmin yıkmak ve parçalamak niyetinde olduğu Cumhuriyetimizin düşmanı, Cumhuriyetimizin kurucu iradesinin karşıtı, devleti Cumhuriyetle yeniden kurma pratiğinin tersidir.

ABD gibi emperyalist ülkelerin, Türkiye gibi üzerinde hakimiyet kurmak istedikleri ülkelerde yürütmede “denetim” ve denetimli bir iktidar işlerine gelmez. ABD’nin denetimden anladığı, hedef aldığı ülkede milletin demokratik denetimi değil, o ülke üzerinde kendi denetimidir.

Bu yeni anayasa ile “hanedanlık” da gelecek. Buradaki hanedanlık, yetkileri elinde tutan bir “seçilen”in kendi özel çevresini, ailesini, yakınlarını, taraftarlarını, güvendiklerini iktidara yerleştirme yolunu döşemesidir. Çünkü “cumhurbaşkanı”, tek seçici ve atayıcı gibidir. Yeni anayasa, bu sayede “yasal” kayrılmaların ve nepotizmin (3) kapısını açacaktır.

İşte, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının Türkiye için istediği budur.

Yeni Anayasa, Türkiye’nin 1876, 1908, 1920 ve 1960’tan gelen Devrimci Anayasaya geleneğine karşıdır. Bu, tarihimize düşman olan emperyalizmin bizi tarihimizden koparmak isteğinin en yeni girişimidir. Çünkü Anayasal geleneğimiz ve geçmişteki anayasalarımız, millidir ve antiemperyalisttir.

ESAS SONUÇ

Yönetici hakları için anayasa olmaz. Hükümdarların, kralların, padişahların anayasalara ihtiyaçları yoktur. Anayasalar onlar için değildir. Bugün tek kişi iktidarı için anayasa yapılmak istenmektedir. Anayasalar kişiler ve hükümdarlık heveslileri için yapılmaz, toplum içindir, millet içindir.

Anayasalar tarih boyunca hükümdarlara karşı yapıldı. Bugün bizde “yeni bir Anayasa” ile hükümdarlık yaratılmak, meclis işlevsizleştirilmek isteniyor. Anayasalar tarih boyunca halkın hakları, özgürlükleri ve meclisleri için yapıldı. Bugün bizde “yeni bir Anayasa” ile tersi yapılmak isteniyor, Yeni Anayasa , yönetici hakları, yetkileri içindir!

Anayasaların birinci özelliği, hanedanlıkları ortadan kaldırmak yanı sıra, meclisi, yani millet hakimiyetini ortaya çıkarmaktır. Bir meclis öngörmeyen tek bir modern anayasa yoktur. Bütün çağdaş anayasalar meclis demektir.

Cumhuriyet Devrimi, Türkiye’de din devletinin sonunu getirdi. Devrim ve kültür olarak Cumhuriyet temeli, din devletinin tekrar ortaya çıkmasının engelidir.

Anayasalar vatandaş hakları ve özgürlükler içindir.

“Yönetenlerin özgürlüğü”ne hayır! Yöneticilerin yetkileri için yapılmış bir anayasaya hayır! Yönetimlerin denetim dışı olmalarına hayır!

Ülkemizin geleceği için hayır!

Kaynaklar/Notlar

  1. Doç.Dr. Server Tanilli, Anayasalar ve Siyasal Belgeler , İstanbul 1976, s. 316.

  2. CIA’nın Türkiye’nin eski şefi olan Paul Bernard Henze, 2006 yılında Beyaz Saray’a Türkiye ile ilgili sunduğu rapordan.

  3. Nepotizm , akraba kayırma veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık demektir. Nepotizm kavramının, Latince’de “nepot ” sözcüğünden geldiği, İngilizce’de ise “nephew ” (yeğen) olduğu biliniyor. Tarihteki en somut örnekleri, Napoleon Bonaparte’ın “imparatorluk” uygulamalarında görülmüştür. Bir otokrasi hastalığıdır, tarih boyunca otokratların ihtiyacıydı ve sonradan cumhuriyetlere de bulaşmıştır.

Bunları da sevebilirsiniz