Değişen Dünya, Dünyasını Arayan Türkiye

Son on yıllarda dünya oldukça şaşırtıcı. İsmet İnönü’nün 60’lı yıllarda söylediği “yeni bir dünya kurulur” dediği cinsten büyük değişimler ve gelişmeler var. Gerçekten yeni bir dünya kuruluyor.

“Yeni bir dünya”, yeni bir güç, yeni bir yükseliş, yeni bir gelişme ile kurulur. İşte bugün bunların hepsi var. Yeni güç, Asya’dır. Yeni yükseliş, Doğu’dur. Yeni gelişme, ekonomileri beklenmeyen ve istenmeyen ölçülerde gelişen Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi ülkelerdedir.

Asya, tek kutuplu dünya düzeninin olamayacağını kanıtlamış, bunun hevesini ve hayalini bozmuştur. Asya’nın gücü, kendini güvenen toplumların modern çağa uygun çözümler yaratmasından kaynaklanmıştır. İkinci Dünya Savaşının bitmesi, yeni bir hâkimin ve yeni bir emperyalist yükselişin başlangıcıydı. Ancak yeni, kırılgandı. Baş edilemez ve denetlenemez olduğunun düşünüldüğü ilk dönemlerde bile yenilgiler ve başarısızlıklar yaşadı. Çünkü halklar baskıya ve sömürüye direniyor, milletler bağımsızlık istiyordu. Kore Savaşından sonra ABD, Hindiçini’de de travma geçirdi. Yenilmez olmak bir yana, hiçbir yerde istediğini gerçekleştiremiyordu. Hezimete uğradı, uğruyordu.

Daha 20. yüzyılın başında Asya ileri ve ilerici olmuş, “ileri” olan ise geri ve gerici olmuştu. Bu durum, kalıcılaşmıştı. “Batı” geri, Asya ileriydi.

Asya’nın tamamı ayağa kalkıyordu, kalkmıştı, ama Çin’in rolü daha başkaydı. İnsanlık tarihi içinde Çin, antik uygarlıklar içinde bugün yaşayan ve bugüne gelmiş olan tek büyük uygarlıktır. Çin kadar süreklilik gösteren başka bir uygarlık coğrafyası yoktur. Tarihi, Milattan önceki binlerce yıllık geçmişe dayanır. Bir büyük uygarlık eğer kopukluk yaşamamışsa yeniden ortaya çıkması, parlaması kaçınılmazdır. Kopukluk yoksa, devamlılık vardır. Uygarlık tarihinin işte böyle bir yasası olduğu da ortaya çıkmış bulunuyor.

Bunlara, birikimin, zenginliğin, enerji kaynaklarının dünyadaki en önemli merkezi olan Asya’nın getirisinin ve avantajının eklendiğini de tabloya yerleştirmemiz lazım. Dünyanın merkezi kadim kıtadır. Avrupa’nın “merkezliği” aldatmaca ve kendini kandırmaydı. “Yeni dünya” ise umuttu, ama geçiciydi ve sahteydi.

Gelişme tarihte kendiliğinden de olmaktaydı. Ancak Büyük Fransız Devriminden sonra, toplumsal devrimler çağına girildiğinden sonra rastlantısal ve kendiliğinden gelişme olmuyordu, olamazdı. Daha doğrusu bilinç, ideoloji, irade, program vb. olmaksızın hiç bir yerde bir gelişme görülemezdi, nitekim görülmedi. Kapitalizmin sınırları içinde, emperyalizmin boyunduruğu altında herhangi bir gelişme ve atılım şansı yoktu. Bütün gelişmelerin yolu devrimlerle açıldı. Bağımsızlık mücadeleleri devrimlerin, devrimler kurtuluş savaşlarının ortaya çıkmasını sağladı.

Devrimler birleşmedir. Sonunda bir birlik yaratmayan devrim yoktur. Birleşmeden de devrim olmaz. Bugün Doğu’da yaşanan gelişme, birliktir, birleşmedir. Önce Asya birleşmektedir, önemli ölçüde birleşmiştir, daha da birleşmektedir ve birleşmenin zor ve dar yolu işlek bir otoyola dönüşmüştür.

Bugüne baktığımızda, 21. yüzyılın, ayağa kalkmış Doğu’nun belirleyici olduğu, Asya’nın kendini yeniden var ettiği, önlenemez yükseliş ve gelişme çizgisiyle ÇHC’nin büyük bir atılıma önderlik ettiği bir yüzyıl olduğunu ve tam olarak da olacağını görüyoruz. Şanghay İş birliği Örgütü (ŞİÖ), Asya’nın, dünyada bir kutup sayılma derecesinde bir birlik olduğunu ortaya koymuş bulunuyor. Üstelik kabına sığamıyor, bir “Avrasya dünyası” yaratmaya yöneliktir.

Çekim Merkezi Avrasya Karşısında Türkiye

ŞİÖ, az sayıdaki kurucusunun başlangıç yapmasından sonra hızla büyüdü. Bu bir şişme değildi. Bütün zenginlikleriyle, bütün olumlu özellikleriyle Orta Asya ülkelerini içine aldı. Yalnız dünyanın coğrafyasında merkez değil, aynı zamanda dünyanın ekonomik işlevlerinde de merkez haline geldi. ŞİÖ projeleri dışında bir girişim ve faaliyet artık pek önemli sayılmıyor ve gerçekçi görülmüyor. ŞİÖ istediği an dünyanın siyasal ve ekonomik düzenini altüst edecek durumda, edebilecek kabiliyettedir. Ancak yönelimi ve temeli barışçı bir esasa dayandığından bu tarzda bir pratiğe girmemiştir ve girmeyeceği biliniyor.

Ülkemiz Yeni Dünya Düzeninin gereği olan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin hedeflerinden biriydi. Bu yüzden hem bölge için merkez, İslam dünyası için yönetici, hem de bu ABD projesinin askeri yapılmak istendi. Buna uygun bir yönetim, yani ABD’ye hizmet edecek bir “Ilımlı İslam” iktidarı başa geçirildi.

BOP’un “eşbaşkanı” ve AKP hükümeti, ABD’nin Suriye’yi parçalama planına dahil edildi. Türkiye, komşu ve dost ülkenin iç savaşına ve yıkımına hizmet etti. Suriye’den sonra ABD ve Batı için hedefin Türkiye olması, bu iktidarın ve “eşbaşkanın” önüne bunların karşısına çıkmak için mecburiyetler getirdi. Emperyalizmin planına uyarak PKK’yla “açılım”a girişti. Türkiye bölünüyor, parçalanıyordu. Ayrıca Türkiye zorluklar içine girdi (Suriye sığınmacıları, terör ve ekonomik kriz). Bu şartlar altında hem halkın desteğini kaybedecek hem de iktidarını sürdüremez hale gelecekti. Bu durum bir arayış da gerektiriyordu. Sonucunda, Rusya Federasyonu ile gerginlik, komşu ve dost Suriye’ye düşmanlık, sürdürülemez politikalar olarak tersine döndü. Bugün Türkiye komşularıyla iyi ilişkiler ve dayanışma yanında, bölgesel sorunların ortak çözümü için de onlarla birlikte rol almıştır. Hendek savaşlarında PKK terör örgütü dümdüz edilmiştir. Türkiye topraklarına tecavüzü kaçınılmaz olan “ABD-İsrail koridoru”, Fırat Kalkanı harekâtı ile önlenmiştir. Görülmüştür, anlaşılmıştır ve gereğine yönelinmiştir; “Amerikan cephesinde: Bölünüyorduk. Avrasya cephesine yöneldik: Toparlanmaya başladık.” (1)

Bu aşamada yanında ihtiyacı olan yeni bir dünya vardır. ABD ve Batı emperyalizmine karşı hem dayanılacak bir güç hem de Türkiye’nin geleceğinin sağlamlaşmasında payı olacak Avrasya. Dayanışma merkezi, Türkiye’yle birlik olmaktan, Türkiye’yi içine almaktan yanadır. Ve bugün Suriye krizinde inisiyatif Asya’ya geçmiştir. Belirleyici olan artık Batı değil, Doğu’dur. Çözüm toplantısının Astana’da, Asya’da yapılması, ABD ve Batı ülkelerinin “taraf” olmaktan çıkarılması, bunu göstermektedir.

Türkiye’nin geldiği bu nokta, “Amerikan koalisyonu”ndan “Avrasya cephesi”ne geçme durumu, bir tercih olmaktan çok, şartların zorlamasındandır. Ve bu yönde devamı da kaçınılmazdır.

Böylece Türkiye “yeni bir dünya” içinde yer almaktadır. Bu sayede Türkiye terör belasından da uzaklaşmış olacaktır. Terör bugün Batının malıdır, terör örgütlerini Batı ülkeleri yaratmakta, örgütlemekte, beslemekte ve yönetmektedir. Bu yüzden de Batı dünyası aynı zamanda terörün var olma alanıdır, terör örgütleri Batı ülkelerinde faaliyet içindedir. Ürettikleri terör kendilerini de vurmaktadır. Batı da artık terörün hedefindedir. Avrupa ülkelerinde terörün bir sorun ve korku yarattığı nasıl ortadaysa, Türkiye’nin içine gireceği dünyada da terör o ölçüde tehdit olmaktan uzak olacaktır.

Bu yöndeki gelişmeler, yalnız Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bir gerçeklik değil. Bütün Avrupa da bir arayış ve karar sürecindedir. Avrupa zaten Avrasya’nın parçasıdır, Avrupa aslında Asya kıtasının “batı ucu”dur. “Avrasya” sözcüğü ise “Avrupa” ile “Asya”nın birlikte ifadesidir. Dahası, Avrupa ülkeleri arasında özellikle Almanya, ticaret ve enerji ihtiyacı bakımından Asya ülkelerine bağlı ve bağımlıdır. Bu yüzden önce Almanya’nın, ABD politikalarının kuyruğuna takılmaktan vazgeçerek Avrasyacı olması beklenir. Çünkü gerekmektedir. Almanya’nın başka bir çıkarı ve umarı yoktur.

Evet Türkiye Asya’ya, ait olduğu Doğu’ya yönelmektedir. Doğrudur, yerindedir, kaçınılmazdır, mecburiyettir; ancak ülkemiz, hem bunun gereği olan iç barışı, hem de Türkiye’nin iç birliğini, bütünlüğünü bozmaya yönelik bir girişimle de karşı karşıyadır. Anayasa için halkoylaması, aslında kucağımıza konmuş bir bombadır. Gerilimi artırmakla kalmayacak, toplumumuzu bölecektir, parçalayacaktır.

Daha ortaya çıkmamışken Türkiye’yi saflaştırmaya, toplumu birbirine karşı karşıya getirecek cephelere ayırmaya başlamıştır. Varın sonrasını siz hesap edin!

Bu şartlarda böyle yeni bir Anayasanın Türkiye’nin ihtiyacı olmaması bir yana, içeriği Türkiye’nin kabul edemeyeceği geri ve yanlış değişim maddeleriyle doludur. Girişim yasal da değildir. Halkoylamasında bu yüzden Türkiye’yi düşünen herkes “hayır” diyecektir ama işin doğrusu, tehlikeler doğurmaya açık, milleti bölmeye yönelik bir halkoylamasının yapılmamasıdır, yapılamamasıdır.

Kim bilir, belki de bunun yolları vardır.

Kaynaklar

  1. Rafet Ballı, “Türkiye de İran da Laik Suriye’ye Mecbur”, Aydınlık , 27 Ocak 2017, s. 3.

Bunları da sevebilirsiniz