Vatan’ın Hikayesi Namus Borcumuzdur!

Vatanım Sensin dizisindeki gariplikler ve Yılmaz Güney’in en büyük ütopyası üzerine, 3 Aralık 2106 tarihinde Sözcü gazetesi yazarı Gökmen Uluğ benimle bir söyleşi yaptı. Söyleşinin tam metni aşağıdadır.

***

Gökmen Uluğ

Araştırmacı gazeteci Yaşar Aksoy ile bir tarih müzesi kapsamında olan evinde buluştuk. “Vatanım Sensin” dizisi ile Yılmaz Güney – Hasan Tahsin ilişkisini sorduk.

– “Vatanım Sensin” dizisi hakkındaki görüşleriniz?

Her şeyden önce bir roman, tarihi film veya televizyon dizisi asla tarih değildir; öyle olduğu takdirde klasik tarih dersi olur. Oysa bir sanat eseri olan roman veya film-tv dizisi “tarihi”, zemin kabul ederse temel gerçekleri değiştirmeden akış şemasına kurgusal gerçekleri ustaca ve estetik düzlemde eklemek zorundadır, işte o zaman “sanat” yapmış olur. Yani İstanbul’um işgali ile ilgili bir tv dizisi yaratıyorsanız Padişah Vahdettin’i sarayda çay-kahve dağıtan bir kahveci başı yapamazsınız. Enver Paşayı bir gazeteci gibi Bakü Halklar Kurultayı’na gönderip Lenin ile buluşturamazsınız. Orada Enver Paşa bir Osmanlı paşası olarak yer almaktadır çünkü.

“Vatanım Sensin” dizisi ile ilgili tarafımıza gelen yoğun şikayetler üzerine bu tarihi dizi hakkında şunları belirtmek durumundayım. Her şeyden önce emeğe saygılı bir emekçi araştırmacı-yazar olarak, diziye emek veren, rollerini mükemmel yapan sanatçı, kameraman, ışıkçı, kostümcü, tüm çalışanlara ancak saygılarımı sunarım. İşlerini başarıyla yapıyorlar.

10 Kasım’da Gazi Paşa ile ilgili göz yaşartıcı bölüm için ayrıca kutlarım. O akşam izleyiciyi ekrana kitlediler. Şu anda Reytingi çok yüksek olan diziye yeni reytingler kaygısı ile Mustafa Kemal Paşa’yı tekrar eklemek istiyorlarmış. Bu da garip, Mustafa Kemal’i reyting ile ölçüp taltif etmek, ne kadar yüz kızartıcı. Dediğim gibi oyunlarını büyük emekle mükemmel gerçekleştiren yapımcı, yönetmen ve oyunculara saygım sonsuz. Ama senarist hakkında aynı şeyleri söyleyemem. Vatanın hikayesi anlatılıyorsa bu namus borcumuzdur, azami özen gösterilmeli.

Örneğin dizideki Hasan Basri kimdir?

15 Mayıs 1919’da Emperyalizmin güdümünde İzmir’i işgal eden Yunan Ordusu’na Konak Meydanı’nda ilk kurşunu atarak şehit olan kişi, müphem bir Hasan Basri değil, sosyalist yurtsever gazeteci Hasan Tahsin’dir. Hasan Tahsin ismini çarpıtmak başlı başına skandaldır. Mustafa Kemal’i, dizide “Abdülmuttalip Süleymangazi” ismiyle canlandırabilir misiniz?.. Yapamazsınız. Aynı şeydir bunlar.

Dizide, işgalin ilk günlerinde Yunanlıların düzenlediği kutlama resepsiyonunda başı açık Türk kızı, Yunan subayı ile vals yapmakta. Böyle komedi olmaz. Oysa böyle bir üst düzey resepsiyon gerçektir. Yunan işgal komutanı Albay Zafiryu ile Yunan Askeri Valisi Steryadis şehirdeki üst düzey Rum, Levanten, Musevi ve Türk kesimi resepsiyona davet edip devasa bir Yunan bayrağı önünde Kral Konstantin’in işgal bildirisini okumuştur. Salondaki Müslümanlar eşlerini evde bırakıp oraya geldiler, ola ki bir Müslüman kadın orada olsa, mutlaka çarşaf içinde olur ve Yunanlı ile vals filan yapmaz. Bildiri okunurken tam o esnada “Türkler Geri Gelecektir” diye bağıran bir davetli, Yunan bayrağını parçalamıştır ve idama mahkûm oldur. Bu kişi Nesim Navaro isimli bir İzmirli Yahudi tüccardır, hadi bakalım bu müthiş ayrıntıyı senaryoya koysunlar da görelim. Sıkar biraz.

– Peki Cevdet karakteri?

Dizideki Cevdet, gerçekte Yunan Ordusu içindeki Mustafa Kemal’in 1 numaralı casusu Osmanlı Jandarma Yüzbaşı’sı Gavur Mümin’in (Aksoy) berbat bir kopyasıdır. Mümin Bey, kurtuluş savaşı esnasında İzmir’de değil Atina’da Yunan Genel Karmayı içinde faaliyet halindedir, son anda yakalandığı içi kurtuluş savaşı sonrasında esir Yunan Kumandanı Trikopis ile takas edilmiş ve yurda dönünce rütbesi Albaylığa yükseltilmiştir. İzmir Balçova’daki mezarının üzerinde “Kurtluluş Savaşının 1 numaralı Casusu” ibaresi vardır. Cevdet rolü, gerçek Mümin Efendi’nin şahsiyetini de incitmekte.

-İşgal günü Yunan askerlerini Hristiyan inancına göre kutsayan Metropolit Hrisostomos’u dizide “mülayim” bir din adamı olarak görüyoruz. Hrisostomos gerçekte nasıl biriydi? Neler yaptı?

İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos, 1 numaralı vatan hainidir. Türklerle Rumların kardeş kavgasının baş sorumlusudur. İşgal öncesi ve sonrasında kiliselerde yaptığı konuşmalarda “Türk kanı içmek sevaptır” diye konuşmalar yapmıştır. Bu Yunan belgeleriyle sabittir. Papaz Efendi, Yunan Ordusu’nun işgalini desteklemiş ve kışkırtmıştır. Papaz Hrisostomos da dizi de bu gerçek doğrultusunda yansıtılmalıdır.

-Dizide, Yunanistan ordusunun “Türk-Yunan dostluğunu” korumak için İzmir’i işgal ettiği algısı veriliyor. Gerçekte de böyle midir? Yunan ordusu İzmir’i nasıl ve hangi amaçla işgal etmiştir?

İzmir’i, Emperyalizm işgal etmiştir… Neden?.. Anlatalım…

İzmir’i Yunanistan’a veren «Paris Barış Konferansı”, 5 Mayıs 1919’da toplanmıştır. Masanın başına ABD Başkanı Wilson, karşısına ise İngiltere Başbakanı Lloyd George oturmuş, yanlarına ise Fransa Başbakanı Clemencau ve İtalya Başbakanı Orlando yerleşmiştir… Birkaç gün tartıştıktan sonra 12 Mayıs günü, Yunanlılara İzmir’i verdiklerini açıklamışlardır.

Selanik ve Pire’den hareket eden 16 asker taşıma şilebi dahil olmak üzere 30 savaş gemilik, toplam 46 parçalık işgal donanmasında yer alan, 4 ve 3 bacalı büyük zırhlı ve 2 veya 1 bacalı muhriplerin ve dretnotların isimleri şunlardır:

Donanma İzmir açıklarında hilal şekline bürünmüş ve şu şekilde bir yerleşim oluşturmuştur:

1) En sağda, Amerikan savaş gemileri: Dyler, Manley, Arizona zırhlıları

2) ABD’nin hemen yanında, İngiliz savaş gemileri: M.29, M.22, Iron Duke, Adventure, Mimosa, Centour, Victoria zırhlı ve muhripleri.

3) En solda, Fransız savaş gemileri: France, Paris, Lorraine ve Ernest Renan zırhlı ve muhripleri…

4) Fransa donanmasının yanıbaşında, İtalyan savaş gemileri: Artigliera, Duilo, Emanuela, Vittoria zırhlı ve muhripleri.

5) Tam ortada ileriye doğru, Yunan savaş gemileri: Neagenes, Thetis, Lemnos, Aeler, Leon, Kilkis, Patris, Temistokles, Antronitos ve meşhur amiral gemisi Averoff başta olmak üzere zırhlı ve muhripler.

İşte bu Emperyalist Donanmanın desteklediği Yunan Orduları, 15 Mayıs 1919 sabahı karaya çıkmışlardır. Bu bakımdan Yunan sancaktarı ve yanı başındaki iki askere Hasan Tahsin Bey tarafından sıkılan kurşunlar, gerçekte bu donanmaya, yani temsil ettiği Emperyalizm’e karşı sıkılmıştır.

Emperyalizm’e karşı zafere ulaşan ilk şanlı kurtuluş savaşı 15 Mayıs sabahı İzmir’de başlamıştır. Biz İzmirliler, işgal edilmekle ve ilk kurşunu sıkmakla bir evrensel kurtuluş savaşını başlatmış, 9 Eylül 1922’de Emperyalizm’den kurtulmakla da o kurtuluş savaşını sona erdirmiş bir kentin çocuklarıyız…

İzmir olarak, “15 Mayıs ile 9 Eylül” tarihleri kimliğimizi perçinleyen en önemli tarihi simgelerdir.

-15 Mayıs 1919’da ve sonrasındaki işgal günlerinde neler yaşandı? Hasan Tahsin ilk kurşunu sıktıktan sonra nasıl katledildi? Yunan ordusu İzmir’de nasıl mezalim yaptı? Kaç kişiyi katletti?

Gazeteci Hasan Tahsin şehit edildikten vücudu paramparça edilerek yok edildi, vücudunun parçaları Maşatlık Tepesi’ne (Bahribaba) gömüldü. Sonra vahşi bir katliam gerçekleşti, ilk anda “Zito Venizelos” demediği için süngülenen Miralay Süleyman Fethi Bey, Kaymakam Doktor Şükrü Bey, Kolağası Hüseyin Necati Bey, Yüzbaşı Nazım Bey, Yüzbaşı Ahmet Bey, Doktor Fehmi Bey, Mümeyyiz Nadir Bey, Mümeyyiz Ahmet Hamdi Bey de süngülenerek şehit edildiler..

Miralay Süleyman Fethi Bey, göğsüne dayanan Yunan süngülerine baş eğmemiş, kendisine «Zito Venizelos” (Yaşa Venizelos) demesi için ısrar edilmesine rağmen boyun eğmediği için vahşice süngülenmiş, Konak Meydanı yakınındaki Guraba-i Müslimin Hastanesi’ne, Sarıkışla telgraf çavuşu amcam İzzet Altınkalem Efendi tarafından taşınarak doktorlara teslim edilmiş, ancak 3 gün sonra hastanede vefat etmişti.

Bu ilk katliam devam etmiştir, katliam alayları oluşturularak sahilden kuduruk Rum militan şovenlerinin arasından geçirilerek yüzlerce Müslüman katledilmiştir. Sonra katliam şehrin içine, varoşlara ve kırsala yayılmıştır, ilk bir ayda İzmir ve çevresinde katledilen Müslüman Türk sayısı 15.000’dir.

– Peki İzmir’in kurtuluşunu nasıl sunacaklar?

Çok dikkat etmeli. İzmir’in kurtuluş tarihi olan 9 Eylül çok şanlı bir tarihtir. Bu tarihte şehri yeniden Türklüğe kavuşturan İstiklal Ordusu’nun tüm savaşçıları Başkumandandan neferine kadar kutsal kahramanlarımızdır. O sabah Konak Meydanı’na en önce ulaşıp kalabalık arasından bir Türk anasının eliyle yaptığı bayrağını kapıp Hükümet Konağı’na çeken Süvari Teğmeni Ali Rıza Akıncı’dır. Daha sonra balkona gelen Yüzbaşı Şerafettin ve Teğmen Hamdi ile birlikte bu kez yeniden Ali Rıza Akıncı’nın elinden göndere çekilen Alay Sancağı sahneleri bire bir canlandırılmalıdır.

– Bir ananın eliyle yaptığı bayrak ne demektir?

İşgal yıllarında Yunan askerleri İzmir’deki tüm Müslüman evlerini basarak kaçak Türk askeri ve bayrak aramışlardır. Dedemin evini de basmışlar. Kaçak asker olarak çarşafa bürünüp bir köşede Kuran-ı Kerim okuyan küçük amcamız İzzet Efendi’yi ise fark edememişler. Topladıkları bayrakları ise her mahallede öbek öbek yaktılar. Yani bir daha bayrağınız geri gelmeyecektir, bizim bayrağımızı kabul edin demek istediler. İstiklal Ordusu Büyük Taarruz’dan sonra İzmir’e hızla yaklaşırken, halkın elinde bayrak yoktu.

Bunun üzerine analar, evlerinin kırmızı perdelerini, kırmızı masa örtülerini, kızlarının kırmızı etekliklerini bozarak üzerlerine beyaz patiskadan ay yıldız diktiler. Böylece İstiklal Ordusu İzmir’e girerken, her evden sallanan halkın bayrakları ile karşılandı. İzmir, tepeden bakılınca bir gelincik tarlasına dönmüştü. Bu bayraklardan bir tanesi de Namazgahlı Sırriye teyzenin eliyle diktiği bayrak bana emanettir, arşivimde saklıyorum. Bu halkın eliyle yaptığı bayrak sahnesi olmadan İzmir konulu dizi, film, filan olmaz.

-Ya İzmir yangını?

İzmir’in kurtuluşundan 4 gün sonra 13 Eylül 1922’de büyük İzmir Yangını başladı ve 3 günde rüzgarın da tesiriyle kentin dörtte üçünü, özellikle Hıristiyan mahallelerini kül etti. Büyük felaketti. Bu yangının gerçek örgütlü failleri, “İzmir İhtilalci Ermeni Komitesi” isimli, kent Türklerin eline geçerse kenti yakacaklarına yemin etmiş olan teşkilatlı bir çete idi.

Hıristiyan İtfaiye Kumandanı Paul Greskoviç, Amerikal Yüksek Misyon Şefi Mark Prentiss ve körfezdeki Fransız donanmasının kumandanı Amiral Dumesnil’in uluslararası raporlarına göre suçlu bu terör çetesidir. Burada asla Ermeni milletini suçlamamak gerekir. Onlar savaşın en acı sillesini yediler. Ama söz konusu çete suçludur. Türkiye düşmanlarının “Şehri Türk ordusu yaktı” iddiası ise palavranın daniskasıdır.

“Vatanım Sensin” dizisinde İzmir yangını işlenecek ise, bunlara çok dikkat etmek gerek. Şehri ne Türkler, ne Yunanlılar, ne de Ermeni halkı yakmamıştır. Tek sorumlu ASALA benzeri, Taşnak türevi bir Ermeni çete yakmıştır. Aman dikkat…

-Gerçek anlamda Türk-Yunan dostluğu için hangi yöntemle sanat eserleri yaratılabilir?

Çok basit… 1919’da İzmir’in işgalinde veya günümüzde en gerçek Türk dostları Yunan komünistleridir. İzmir’in işgaline karşı çıkmışlardır. Bu bize örnek olmalı. Yunanlılar, Osmanlı egemenliğine karşı çıkarak isyan ettiler ve kendi ulus devletlerini kurdular. Saygı duymalıyız.

Türkler de Yunan işgaline bir kurtuluş savaşı ile karşı çıktılar, zafere ulaştılar ve kendi ulus devletlerini kurdular. Bu iki eylem birbirine karşıt hareketler değil paralel uluslaşma hareketleridir. İki ulus coğrafya olarak veya tarih olarak simetrik iki ulustur. Tam bu anda nice barışçı sanat eylemleri yapılabilir. Emek, sosyalizm ve karşılıklı iki yurdun yurtseverliği anlamında nice estetik ağırlığı olan senaryo bizi bekliyor. Eğer Emperyalizm izin verirse diyelim.

Hasan Tahsin’i, Yılmaz Güney canlandırmak istemiş

Evet. Çekeceği filmin senaryosunu da bana yazdırdı. Çünkü bana hapisten görev verdiği 1977 yılında Hasan Tahsin’i Yaşatma Derneği başkanıydım. Hasan Tahsin ile ilgili tüm gizli açık ayrıntıları ben biliyordum ve sürekli yayınlıyordum. Yılmaz Güney, 13 Temmuz 1976’da 19 yıla mahkum olarak hapse girdi. Hapisten başyardımcısı rahmetli Altan Yalçın’ı bana gönderdi. İzmir’e gelen Altan Yalçın ile Güney Filme gittik. Senaryoyu hemen benim yazmamı istediler. Sinema tarihçisi Agah Özgüç ile Yılmaz Güney’in Paris’te yakın dostu olan Şeyhmuz Güzel’inde yazı ve kitaplarında anlattıkları gibi Yılmaz Güney’in en büyük arzusu İzmir’in İşgali ve Hasan Tahsin’in hayatını filme çekmekti

Senaryoyu 3 ay gibi kısa sürede yazıp teslim ettim Güney Film’e… Sevinçle kabul ettiler. Bu arada tarihi dönemin ayrıntıları, kostümler, Rum yaşantısı gibi bin bir sorun için 15 kişilik ayrı bir genç araştırmacı gurup çalışmaktaydı. Hepimizi ateşleyen şey, hapisteki bu büyük sanatçının Hasan Tahsin aşkıydı, bana hapisten gönderdiği mektupları her okuyuşumda ağlarım. Yılmaz Güney de hapiste iken, Hasan Tahsin’in Bükreş Hapishanesi’nden sevgilisi Vedia Hanım ile kızkardeşi Binnaz Hanıma gönderdiği mektupları okurken ağlarmış. O mektupları da hapishaneye ben göndermiştim

– Sonra ne oldu?

Yılmaz Güney 9 Ekim 1981’de yurtdışına firar etti ve 9 Eylül 1984’te 47 yaşında vefat etti. Böylece o muhteşem film çekilemedi. Çok hayıflanırım. Çünkü benim senaryom baş düşmanı Emperyalizm olarak görüyor ve Türk-Yunan halklarının dostluğu temelinde yükseliyordu. 1988 yılı civarında Fatoş Güney İzmir Kadifekale’de yaşayan Yılmaz Güney’in annesini ziyaret etmek amacıyla İzmir’den yurda giriş yaptı ve bir özel mekanda buluşup gerçekleşmeyen film projemizi konuştuk. Yanımızda, beni Fatoş hanımla buluşturan genç gazeteci Nebil Özgentürk de vardı. O film çekilse idi, “Vatanım Sensin” gibi sonraki dizilerde çarpıtma yapmaya kimse cesaret edemezdi.

Bunları da sevebilirsiniz