Ölüyor Yaşıyor Korkuyoruz

Son bir yılda, koca bir ülkenin bütün tarihine sığabilecek kadar felaket yaşadık. Aklımızı toparlayıp, düşünmekte; vicdanımızı dinleyip hissetmekte zorluk çekiyoruz. İçten içe biliyoruz. Bu böyle gitmez. Bunun böyle gitmeyeceğini, tarih, aklın yolu ve bilim bize söylüyor. Ama gidiyor. Bu, böyle gidiyor işte. Ne zamana kadar devam edecek peki? Daha ne olması gerek?

Ölüyoruz!

Bu yıl, ülkece öldük biz. Birer birer değil, onlarla, yüzlerle öldük. 12 ay içerisinde 22 tane ölümlü patlama yaşandı bu ülkede. 17 Aralık 2016 Kayseri patlaması, 10 Aralık 2016 Dolmabahçe patlaması, 21 Ağustos 2016 Gaziantep patlaması, 28 Haziran 2016 İstanbul Atatürk Havalimanı patlaması, 12 Mayıs 2016 Diyarbakır Sur patlaması, 13 Mart 2016 Ankara Kızılay patlaması, 17 Şubat Ankara patlaması (BBC Türkçe)… Üzgünüm, çok üzgünüm ama saymakla bitmiyor. Öldük biz bu yıl. Saymakla bitmeyecek kadar çok öldük. Yıllanmakla unutulmayacak kadar derin acılarla öldük. Her birini her an hatırlayamayacak kadar sık öldük.

Yaşıyoruz!

Ölmeyenler olarak nefes almaya devam ediyoruz biz. Çünkü yaşam devam ediyor bir yandan. Ölüm devam ederken diğer yandan… Daha iki gün önce, sarı dolmuşla Beşiktaş stadının yanından geçip iskeleye gittiğimizi bilerek… Daha dün Erciyes Üniversitesi’nden, o otobüse, o saatte bindiğimizi ve yarın yine binecek olduğumuzu bilerek… Her hafta Atatürk Havalimanı’ndan iş seyahatine çıktığımızı, geçen hafta belki cansız beden parçalarının dağıldığı o yerlerden, uçağı kaçırmamak için koşar adım geçtiğimizi bilerek… Daha nicesini bilerek nefes alıyoruz. İnsanın aldığı nefesten, dudağındaki tebessümden utanarak, yaşaması nasıl ölümcül… Öldürmeyen ölümler, zamanla geçiyor ya… Geçmesini bekliyoruz. Yaşamak için nefes almaktan öte, unutmayı bekliyoruz. Unutacak olmanın utancını şimdiden duyuyoruz. Yaşamak için bu utanca mahkûmuz.

Korkuyoruz!

Yalnızca Kızılay’da eğlenirken, sokakta düğün yaparken, otobüse binerken, kalabalık bir yerde yürürken değil. Yalnızca tipi bize “şüpheli” görünen; elinde, içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir şey taşıyan, üstü biraz kalın birisi yanımızdan geçerken değil. Yalnızca sevdiklerimiz büyük şehirlerde, ya da küçük şehirlerde yaşıyor, uçağa biniyor, sokaktan geçiyor diye değil. Yaşamak için daha fazla utanca mahkûm olmaktan da korkuyoruz.

Bu kadar değil!

Ölüyoruz!

Bu yıl ülkece öldük biz. Birer birer değil, onlarla yüzlerle öldük. 1 Ocak 2016-20 Kasım 2016 arasında, erkekler 236 kadını öldürdü. Öldürülen kadınların %67’si eski ya da mevcut partnerleri tarafından, %22’si ayrılmak istedikleri ya da barışmak istemedikleri için, %9’u sokak ortasında öldürüldü (bianet.org).

Ölüyoruz yetmiyor, ömür boyu her gün öldürülüyoruz! Çocuklarımız çocukken…

1 Ocak 2016-20 Kasım 2016 arasında, 71 kadın tecavüze uğradı. 368 çocuk cinsel istismara uğradı. Ömür boyu her gün öldürülenler, çocuklar. Öldürenlerin %55’i öğretmenler ve okul idarecileri (bianet.org). İnanabiliyor musunuz? Çocuklarımızı her gün öldürenler, en değerli varlıklarımızı emanet ettiklerimiz.

Yaşıyoruz!

Bu katillerle aynı atmosferi paylaşarak, aynı ekmekten yiyip, aynı sokakları adımlayarak yaşıyoruz. Çocuk tacizcilerini aklamak isteyenlerin yönettiği bir ülkede… Bir kereden bir şey olmaz diyenlerle… Kadın gülmez, kadın hamileyse sokağa çıkmaz diyenlerle… Şort giyen kadının “cezasını” Allah adına kesenlerle yaşıyoruz. Nasıl bir yaşam bu?

Korkuyoruz!

Kadın olmaktan korkuyoruz. Çocuk olmaktan korkuyoruz. Çocuk sahibi olmaktan korkuyoruz. Bir insanla bir yerde yalnız kalmaktan; sabahın erken saatinde, akşamın erken saatinde, gecenin geç saatinde, günün ortasında sokağa çıkmaktan, eve dönmekten, okula gitmekten korkuyoruz. Bugünümüz çalınıyor, yarınımız çalınıyor. Biz korkuyla izliyoruz. Daha ne kadar izleyeceğiz? Daha ne olması gerek?

Bir ülke, bir ülkü ölüyor!

Adı yaşayan bu ülke çoktan öldü.

Şimdilerde, büyükelçiler göz göre göre katlediliyor herkesin gözü önünde. Şimdilerde daha çok İmam Hatip açılıyor. Şimdilerde matematikte, okuduğunu anlamada başarısız bile denilemeyecek kadar geri bir nesil yetişiyor. Şimdilerde çocuklar, tecavüzcüleriyle evlendirilmek isteniyor. Şimdilerde, gazeteciler parmaklıklar ardında; akademisyenler işsizliğe, açlığa mahkûm. Şimdilerde ölmek kadar öldürmek de kutsanıyor.

Ve şimdi geleceğin ülküsünü, gelecek güzel günlerin ülkesini kurabilecekler güzel insanlar, korkunç bir utanca mahkûm ediliyor. Ve biz sadece utanıyoruz.

Utanıyoruz!

Sokaklarda patlayan bombalardan,

Daha geçen gün ceset parçalarının dağıldığı yollardan geçip eve gitmekten,

Öldürülen kadınlardan,

Minicik bedenlerine kast edilen çocuklardan,

Onların sessiz ana babalarından,

Onların katillerine, o minik bedenleri hediye etmeye yeltenenlerden,

İşgal edilen topraklarda, o topraklara gönderilen teröristlerce askerlerin yakılmasından,

Bu kalitesiz korku filmini karartmak için her an getirilen yayın yasaklarından,

Tutuklu gazetecilerden,

İşsiz akademisyenlerden,

Bilgisizlikten,

Görgüsüzlükten,

Açlıktan, yoksulluktan,

Çaresizlikten,

Bu kadar çaresiz hissetmekten…

Tarihin daha büyük bir utancı var mı bilmiyorum.

İşte özet bu. Ölüyor, yaşıyor, korkuyoruz.

Bunları da sevebilirsiniz