Çin Donanmaları ve Filoları Orta Çağda Akdeniz’de?

Avrupalıların” Süveyş Kanalı

Süveyş Kanalı dünyanın en önemli kanallarından biri. 161 kilometre boyundaki kanal, aşağı yukarı 20 bin kilometre kadar bir deniz güzergâhını kısaltıyor, hatta denebilir ki ortadan kaldırıyor. Kazanılan bu mesafe, dünyanın çevresini dolaşmanın yarısının yarısı.


Napoleon Bonaparte’ın (1769-1821) 1798’deki Mısır seferine katılmış olan Lepère’in ilk tasarımını yaptığı kanal, daha sonra, Mısır’da hüküm süren Kavalalı Mehmet Ali Paşanın (1769-1849) hizmetindeki mühendis Linand de Bellefonds’un 1835’te açıkladığı başka bir projeyle karşılaştırılmış. Avrupa’nın 30 ve 48 Devrimlerinin ele alınmasını zorlaştırdığı projeler, 1854’te Mısır’daki yeni yönetim tarafından gündeme getirilmiş. Başa geçen Osmanlı valisi Mehmet Sait Paşanın (1820-1853) Lesseps’le dostluğu sayesinde ilk projeyi seçmesiyle de çalışmalar hemen başlamış.

Arapçası Kanatü’s Suveyş (ya da Kana el-Suveys diye yazılıyor) olan kanalın yapımı, Fransız politikacı ve girişimci Ferdinand de Lesseps (1805-1894) planlaması ve yönetiminde on yıl sürmüş ve kanal Fransa tarafından 1869’da açılmış. Elbette çalıştırma imtiyazı kanal için kurulan ve bütün yatırımı finanse eden Fransız şirketine (Compangnie financière de Suez) ait olmuş.

Üzerinde üç göl bulunan kanalın yolunun hazırlanması ve inşa sürecinde o kadar büyük zorluklar yaşanmış ki, bunların aşılması için çok çaba sarf edilmesi gerekmiş. 20 bin kişiden fazla insanın çalıştığı biliniyor.

Yapımda genişlik 58 (dipte 22), derinlik 8 metre imiş.

Mali sıkıntı içindeki Mısır yönetimi kanal hisselerini İngiltere’ye satınca kanal üzerinde İngiliz hâkimiyetinin yolu açılmış. Kanal İngiltere için çok önemliydi, çünkü Londra-Bombay denizyolu neredeyse yarısı ölçüsünde kısalıyordu. O tarihte dünyada, en önemli sömürgesi Hindistan olan İngiltere kadar kanala ihtiyacı olan bir başka devlet bulunmuyordu.

Sonraki dönemde dünyanın başka yerlerinde de kanallar açıldı, örneğin, Panama, Korint vb.

Süveyş Kanalındaki derinlik 1967’de 12 metreye kadar indirildi. 1975-80 arasında derinlik, suya batma kısmı 20 metreye kadar olan gemilerin bile geçmesine uygun hale getirildi. 1989’da kanalın genişliği (dünya deniz filolarındaki tankerlerin büyüme ihtiyacını karşılayan yapısal değişiklik yüzünden) 190 metre yapılmış, boyu ise 195 kilometreye varmıştı. Aynı yıllarda, boyunca demiryolu olan kanalın altından bir karayolu tüneli açılmış ve bu kıtaların kara ulaşımını sağlamıştır.



1956’da Cemal Abdül Nasır (1918-1970) yönetimindeki Mısır, kanalı Avrupalıların (o dönemde İngiltere’nin) tekelinden aldı ve millileştirdi. 1967 Mısır-İsrail Savaşı çıkana kadar kanal, dünya deniz trafiğinin yüzde 13’ünü karşılıyor, Mısır’ın GSMH’sının yüzde 6’sını oluşturuyordu. 90’lı yıllardan sonra kanaldan yıllık gemi geçişi 20 binin üstüne çıkmış, Mısır’ın kazancı 2 milyarı bulmuştu.

67 kilometrelik bölümünde gidiş gelişi olan kanal şimdi tamamı geliş ve gidiş ayrı olmak üzere yeniden büyük bir projeyle ele alındı. Kanal yenilendi ve yenilenmeye de devam ediyor.


Çin Deniz Filoları 14. ve 15. Yüzyıllarda Akdeniz’de

Büyük Çin amirali Zheng He (1) 1431 yılında 3 binden (rakamla 3.000’den) fazla gemilik donanmasıyla (2) bir geziye çıkar. Üstelik Çin gemilerin bazılarının boyu 150, eni ise 50 metreden büyüktür ve bunlar bugünün “transatlantik”lerine benzemektedir. (17. yüzyılın ortalarına kadar Atlantik Okyanusuna açılan hiç bir Avrupa gemisinin boyu 35 metreyi bulmuyordu. Kristof Kolomb’un Portekiz’in Cadiz limanından okyanusa açılan üç gemisinden en büyüğü olan Santa Maria’nın boyu 26 metreydi. (3) Çin’de Avrupalılar için tasavvur dahi edilemeyecek ölçüde, sayıda ve büyüklükte gemi bulunmaktadır. Yalnız tahıl taşıyan 20 binin üzerinde gemi vardır. 16. yüzyılda en büyük İngiliz gemileri en fazla 400 tonlukken, yüzyıllardır 3 bin tonluk gemiler sürekli sefer halindeydi. (4))

Amiral, donanmanın bir kısmını Hint Okyanusundaki Kalikut’a (Kalküta ya da bugün Kajikod) yollarken, kendisi ayrılarak “Arap Denizi”ne gelir. Amaç, kendilerine göre daha geri olduğunu bildikleri kıtalara, esas olarak da Asya’nın batı bölümündeki bölgeye, “barbarlar diyarı”na, yani bugünkü Avrupa’ya bir dostluk ziyareti yapmak, oralara biraz bilgi ve teknoloji götürmek ve aynı zamanda, yanlarında götürdükleri malları orada satmaktı. (5) Donanma yalnız içi mal dolu ticaret gemilerinden ve armağan, oyuncak, oyun malzemesi, kitap ve benzeri malzemelerin depolandığı teknelerden oluşmuyordu (6), gemilerin bir kısmı da savaş gemisiydi ve bunun yanı sıra gemiler çok sayıda savaşçı taşıyordu. 180’den fazla sağlık memuru, her meslekten tamiratçılar, her daldan bilimciler görevliydiler. Hastalıklara karşı ilaçlar, özellikle iskorbüte karşı meyveler (narenciye, Hindistan cevizi vb.) özel gemilerde taşınmaktaydı. (7) Dolayısıyla hiç bir eksikleri yoktu!

Bugünlere geliyoruz. İngiliz donanmasında denizaltı subaylığı yapmış bir denizci olan Gavin Menzies, emekli olduktan sonra hayatının en büyük merakını gidermeye çalışır, uzun yıllar araştırmalar yapar, dünyayı deniz yoluyla defalarca dolaşır, 120 ülkeyi ziyaret eder, 900’den fazla müze ve kütüphaneye gider, Orta Çağda önemi olan bütün limanlara bir göz atar ve kendini Çinlilerin gezilerine (ve aynı zamanda yukarıda sözü geçen Çin amiralinin seferlerine) adar. İlk kitabıyla, müzelerde rastladığı haritalar sayesinde ve bu tarihi haritalar yüzünden çıktığı yolda karşılaştıklarını ve bunun sonucu olarak öğrendiklerini paylaşır:

Yeni kıta”ya, yani Amerika’ya, Kristof Kolomb’dan (1451-1506) önce gidilmiş olması gerekmektedir. (8) Gidenler en başta Çinlilerdir ve Çinliler gidenlerin içinde en önemli olanlardır. Daha öncesi de vardır (9) ama 14. yüzyılda ve 15. yüzyılın başlarında Çinliler dünyanın çeşitli yerlerine birçok büyük keşif gezisi yapmışlardır. En son olarak 1421 yılında dört filodan oluşmuş büyük bir Çin armadası, Pasifik Okyanusunu geçmek dâhil, kutuptan kutba, kıtadan kıtaya dünyanın neredeyse her yerine gitmiştir. Bunun dışında ticaret gemileri zaten sürekli olarak Orta Doğu’ya ve Avrupa’ya mal taşımakta ve göndermektedir. Çinliler gezilerinde “en batıda” (“Emperyal Ming’in batısı”nda) ya da “en kuzeyde” (“Emperyal Ming’in kuzeyde bulunan uzantısının kuzeyi”nde) bütün mesafeleri hesaplayabilmekteydiler ve doğru olarak hesaplayabilmişlerdi.

Çinlilerin Amerika kıtasının hem kuzeyine, hem de güneyine, hem batısına ve hem de doğusuna defalarca gitmiş oldukları çok sayıda kanıtla bugün kesinleştirilmiş durumdadır.

Çinlilerin bu dönemdeki gezilerinin önemli bir kısmı, Amiral Zheng He’nin planlaması ve yönetimi altında yapılmıştı. Efsanevi amiral 1405’ten ölümü olan 1433’e kadar yalnız yedi geziye önderlik ve komutanlık etmişti. Ama bunlar Çin tarihindeki gezilerin en dikkate değer

olanları ve en önemlileriydi. Geziler, amiralin Çin imparatoru tarafından dostluk elçisi olarak görevlendirildiği gezilerdi ve filolarda bütün önemli diller ve bölge dilleri konusunda çevirmenler grubu bulunuyordu (en az 17 dilden söz edilmektedir). (10)

İngiliz deniz subayı Menzies merakını giderecek gizlere önemli ölçüde ulaşmıştı. İşte şimdi burası çok önemli: Çinlilerin dünya gezilerinin başarılmasının gereği olan gökyüzü haritaları Çinli gemicilerin ellerindeydi (11) ve gezilerin sonucu olarak dünya haritaları yapmışlardı ve bu yeryüzü haritaları da dünyada ilk kez onlar tarafından çizilmişti. (12) Haritalar bugünkü dünya haritalarının aşağı yukarı aynısıydı, üstelik nispeten küçük adalar da dahil olmak üzere ayrıntılara kadar.

Avrupalılar “Hindistan’a ulaşmak için” Amerika’ya doğru yola çıkarken ve “Keşifler dönemi” başlarken, ellerinde “dünya haritaları” bulunmaktaydı. (13) Avrupalıların elindeki bu haritalar ise ya Çinlilerin yaptığı haritalardı ya da Çinlilerin yaptığı haritalardan yararlanılarak çizilmişti. (Piri Reis’in haritasının da, gene Çin haritalarından yararlanılarak yapılmış bir



Portekiz çiziminden alındığı ve başka harita kaynaklarıyla karşılaştırılarak ve birleştirilerek yapıldığı sanılmaktadır.) (14)

Ayrıca Avrupa’dan çıkmış olduğu söylenegelen birçok teknolojik buluş kıtaya daha önce Çinlilerin getirdikleriydi. (15)


Çin’in Akdeniz Ziyaretinde Avrupalılara Önemli Armağanlar

1423 yılında, Çinli amiralin 1421’de yola çıkan filosunun son gemisi de Çin’e dönmüştü. Bundan sekiz yıl sonra, Floransa’ya gidildiği, Roma’da papanın (16) da ziyaret edildiği, yukarıda sözü geçen Akdeniz dostluk gezisi yapılmıştır. Amiralin yanında armağan olması için götürdüğü bir takvim, bir de ansiklopedi vardır. Takvim, Shoushi olarak anılırdı. Bir imparatorun isteği üzerine yapılmıştı ve gökbilim esaslarına dayanıyordu. Yongle Dadian adı verilmiş ansiklopedi ise, 50 milyon karakterden, 7 bin başlıkta 22.397 bölümden, 11.095 ciltli büyük boy kitaptan oluşmaktaydı, ciltlerin yan yana dizilebilmesi ise 550 metre uzunluğunda bir raf gerektirmekteydi. Uzun yıllar boyunca hazırlanan eser 3 bin bilgin tarafından derlenmiş, 1421 yılında tamamlanmış, baskı makinası (matbaa) ile çoğaltılmıştı. (17) Zheng He’nin yolculukları boyunca ortaya çıkmış çeşitli bilgiler de ansiklopediye bir yandan ekleniyordu, eklenmişti ve eklenmekteydi.

Ancak, dünyada mevcut bulunan her konuyu kapsayan ansiklopedi, aktardığı “istenmeyen bilgiler” ve bilimsel veriler bakımından Hıristiyan dünyanın savunduğu ve toplumlarına dayattığı bilim dışı tezler (18) nedeniyle olsa gerek, Avrupa bilim dünyasında kullanıma sokulmamış, hatta neredeyse gizlenmiş ve dahası yasaklanmıştır. Oysa eser, kıtanın Orta Çağını yaşayan Avrupalılar için çok çeşitli ve yararlı olacak bilgiler barındırmaktaydı. (19) Avrupa’da kullanılan ortak bir takvim bulunmamasına rağmen Papalık, Çinlilerin getirdiği takvimi de örtbas etmiş, ortaya çıkarmamıştı.

Bütün bunlara karşın bugün İtalya’da Rönesansın ilk kıvılcımının Zheng He’nin gezisi ve armağanlarından başladığı yolunda değerlendirmeler yapılmaktadır. Herkes kabul etmiyor, ancak gene de Çinliler İtalya’ya çok şey vermişlerdi.

Avrupalılar geriydi, bilgisizdi, Doğu’yu, hele hele Çin gibi en uzak olan Doğu’yu hiç bilmiyorlardı. Çinliler ise bölgeyi çok iyi tanıdıkları gibi, Çin imparatoru Kuzey Afrika’da yaşayan insanları tebaası sayıyor, bölge toplumlarından ülkeler arasında heyetler olarak karşılıklı ziyaretler yapılıyordu. Büyük donanmalar dışında birkaç yüz gemilik ticaret filoları da bölgeye (Akdeniz’e) belki de her yıl gelip gidiyordu.

Bunlar ilginç, ama biz gene konumuza dönelim.

Çin donanması Akdeniz’de!

Peki ya güzergah? Çin filosunun, bu büyük donanmanın Akdeniz’e geliş güzergahı neydi? Çin ticaret gemileri Fas limanları gibi Akdeniz’in en batısından en doğusundaki limanlara kadar hangi yoldan geliyorlardı? Çin deniz filoları Akdeniz’e geliyordu ama nereden ve nasıl geliyordu? Akdeniz’e gelen Çinli tüccarlar ticaretlerini hangi yolla sürdürüyorlardı? Ya da soru bambaşka bir şekilde sorulabilir: Süveyş Kanalı o zaman var mıydı?


Denizleri Birleştiren Dünyanın İlk Kanalı, MÖ 500’lü Yıllardan Beri Kullanılmaktaydı

Süveyş Kanalı ne zaman yapıldı ve açıldı? Sanırım herkes ya da çoğunluk bunu biliyor. “Yapımı 1859’da tamamlanmış ve kanal aynı yıl açılmıştı.” Belki siz de öyle sanıyorsunuz (öyle olmadığını bilenleri tenzih ederim) ama yanılıyorsunuz. Süveyş Kanalının dünyanın denizleri birleştiren ilk kanalı olduğu çok iyi bilinmektedir ama önemli bir tarih farkıyla. Kanal aslında, ilk olarak, “Avrupalıların kanalı”nın açılış tarihinden 4 bin yıl kadar daha önce (3850 yıl önce) yapılmıştı. Bu pek fazla bilinmiyor, ben de bilmiyordum. Öğrendim. Eğer böyleyse sizce bu bir “tarih hırsızlığı” (20) değil midir?

Nasıl mı?

MÖ 1975-1965 yılları arasında hüküm sürmüş Firavun I. Sesostris (“Orta Krallık” dönemindeki 12. Hanedana mensuptu), Süveyş’ten başlangıcı yapılacak ve Nil deltasına birleştirilecek bir tatlısu kanalı projesini uygulamaya koydu. “Su”, yol olarak kullanıldığında her şey kolaylaşıyordu. Tatlısu yolu olarak açılan kanalla küçük teknelerin ulaşımı sağlanmıştı, ancak ne süre kullanıldığı belirsizliğini hep korumuş. Tahmini olarak kanalın en az 1000 yıl kadar geliş-gidişe açık kaldığı sanılmaktadır.

Daha sonra, MÖ 600’lü yıllarda Mısır firavunlarından Neho (II. Necho, 610-595) (21), denizleri birleştiren güzergah üzerindeki gölleri birbirine bağlama ve kıtaları birbirinden ayırarak başka bir su yolu açma projesini önüne koymuş ve bunun yapımına başlamıştı. Bunun öncekinden farkı, Nil deltasıyla birleştirilmemesi ve “deniz kanalı” olmasıydı.

MÖ 517’de de Kızıldeniz’le Akdeniz arasında yelkenli ilk küçük tekneler gelir-gider olmuştu (22). Ancak çalışmalar MÖ 3. yüzyılda II. Ptolemaios’un (Filedelfos) hükümdarlığı döneminde (285-246) (23) tam olarak sonuçlandırılabildi ve o dönemin en büyük tekneleri de kanaldan geçiş yapmaya başladı.

Denizleri birleştirmenin önemi ortadaydı. Bir hükümdar için bu, hakimiyetini pekiştirmek anlamına geliyordu. (24) Ayrıca kanal, ülke içi ulaşımda yarar sağladığı ve üretim fazlasını uzak mesafelere götürme imkanını açtığı gibi, elinde bulunduran için zenginlik ve güç kaynağıydı.

İlk kez 776’da kapanıp tekrar açılan kanal, birçok kez tamir görmüş, genişletilmiş veya derinleştirilmişti.

Zheng He’nin binlerce gemisi, Akdeniz’e, bütün diğer Çin ticaret filoları gibi işte bu yoldan gelmişti. (25) Hatta Zheng He, daha önceki 1408 yılındaki Hindistan gezisi sırasında da bir ara bu kanalı kullanarak Akdeniz’e çıkıvermiş, içinde Çinli bir azınlığın yaşadığı Kahire’yi (26) görmüş ve oralarda (hem piramitlerin olduğu yerde karada, hem de Akdeniz doğu kıyılarında denizde) turlar atmıştı. (27, 28)

Az önce sözünü ettiğimiz 1433 Akdeniz gezisinde de amiral, donanmasından bir filoyla ayrılarak Cebelitarık’tan okyanusa açılmış, Amerika’nın kuzeyine varmış ve bugünkü Kuzey Carolina olan bölgede hayatını kaybetmişti. (29) (Sembolik anıt mezarı, uzun yıllar yaşadığı Nanjing’dedir.)

Kanaldan tarihte ilk söz eden Heredotos’tu (MÖ 484-428). Aristoteles (MÖ 384-322) de kanala değiniyor, hatta kanalın “asıl yaratıcısı”nın I. Sesostris olduğunu belirtiyordu. Ünlü Grek coğrafyacı Strabon (MÖ 64 – MS 24), kanalın 24 metre genişlikte olduğunu yazmıştı. Roma tarihçisi Plinius’un (Gaius Secundus Maior, MS 28-79) Doğal Tarih’ine göre ise kanalın genişliği 30 metreydi. Arapların döneminde, Nasır İbn Khusrau adlı anlatıcı, Halife Mu’izz’in (953-976) yaptırdığı yüzlerce geminin en büyüğünün genişliğinin 35 metre olduğunu belirtiyor, ama gene de kanaldan geçiş yapabildiğini kaybediyordu.

Batlamyus olarak bilinen gökbilimci Cladius Ptolemeaus (MS 85-165) kanaldan “Trajan Nehri” (Amnis Trajanus) diye söz etmişti.

Arap döneminde kanal son derece verimli kullanıldı. 642’de Emir İbn-i Alas suyun alt tarafının alüvyonla dolması yüzünden kanalın dibini tarattırdı. 767’de iktidar mücadeleleri yüzünden kapanan kanal 780’de tekrar açıldı. 870’te Ahmet İbn Tulun zemini bir kez daha taratmış, 955’te ise kanal daha da genişletilmişti. Son onarım 1337’de Sultan el Malik en Nasır tarafından 100 bin kişinin çalışmasıyla yapılmıştı. Adı 14. yüzyılda “İsmailiye Kanalı” olarak değiştirilen kanal, Memlukların elinde zenginlik kaynağı olmaya devam edecekti.


Avrupa Her Şeyin Önünde ve Her Şey Avrupa’dan

Bunları neden yazdık? Biraz önce değindiğimiz üzere çok insan Süveyş Kanalının sömürgeci Avrupalıların “küreselleşme” ihtiyacını ve stratejisini karşılamak için 19. yüzyılda düşünüldüğünü ve gerçekleştirildiğini bilmekte, ancak bin yıllar önce yapıldığını ve yüzlerce-binlerce yıl boyunca kullanıldığını bilmemektedir. Neden diyeceksiniz. Ansiklopedilerin çok büyük bir çoğunluğu, Avrupamerkezci tarihçiliğin esas örnekleri, kanalın daha önce antik dönemde yapıldığından ve açıldığından söz etmemektedir. Batının ansiklopedik bilgileri ve kayıtları içinde, iki önemli denizi birleştiren, dünyadaki en uzun güzergahı kısaltan kanalın “Batı” uygarlığının öncesindeki varlığı, antik dönemdeki tarihi bulunmamaktadır. Evet, önemlidir, bu kanal dünyanın ilk kanalıydı, MÖ inşa edilmişti, çok uzun süreler kullanılmıştı, (en sonuncusu biraz uzun olmakla birlikte) kısa kopukluklar dışında her zaman kullanılmıştı, dünyadaki en önemli denizyolu geçiş yeriydi, ama, en önemlisi, bütün bunlara rağmen, “bilgi devrimi” yaşamakta olduğunu sandığımız “bilgi çağı”nda hala çoğumuz kanalın geçmişinden haberdar değiliz. Çünkü dünyanın bu ilk kanalı, kanallar konusunda bu ilk dünya harikası, “antik Süveyş Kanalı” Avrupalılar-Batılılar tarafından yapılmamıştı, sahibi hiç bir zaman Avrupalılar olmamıştı. Bu konuda gösterilen “özen”le, bilgi eksikliği olağanlaştırılmakta, bilgi edinme zorluğu giderek kalıcılaşmaktadır. Bütün bu önemsiz görüp gizleme çabaları yürütülmesinin esas nedeni, “üstün Avrupalı”ların dünyayı kendilerinin biçimlendirdiği yolundaki benmerkezci anlayışlarını geçerli hale getirmek ve yaymak istemeleridir. Amaç, Avrupalıların-Batılıların her zaman hakim, etkin ve geçerli olduğu yolundaki yanılgıyı sürdürmektir. Antik Grek ve Roma da, Doğu’dan koparılmış ve kendilerine mal edilmiştir ya, Avrupa uygarlığının temelinde “Doğu olmayan” Grekler ve Romalılar vardır ya, bu sayede ve bu yüzden Greklerin ve Roma’nın içinde olmadığı tarih, silikleşerek, hafifletilerek, azaltılarak ve önemsizleştirilerek ele alınmaktadır, alınmıştır.

Geçmişteki kanalı ondan söz etmeyerek gizlemek önce söylemlerin konusuydu, Süveyş Kanalı (ama 1869’da açılışı yapılan kanal kastediliyor), insan yapımı kanalların “ilki”ydi! (30)

Açılışta Aida operasının temsil edildiğini öğrenmeyen kalmayacak, ancak, muhteşem açılış törenindeki konuşmalarda ve elbette törendeki nutukları anlatan haber ve yazılarda, eksik olmayan “ilk” vurgusunun yalan olduğunu söyleyen, belirten ve öğrenen kimse olmayacaktı.

Ayrıca Rönesansın, Aydınlanmanın ve Avrupa’daki bilimsel gelişmelerin Çin’den (31) ve Doğu’dan nasıl etkilenerek ortaya çıktığı ve Doğu’dan nasıl beslendiğiyle ilgili kaynaklar yüzyıllar boyu görülür olmaktan çıkarılmıştır.

Oysa dünya, ilk çağlardan beri, antik dönemlerden başlayarak ve henüz “Batı” ortada yokken, Doğu tarafından biçimlendirilmeye başlanmıştı. Üstelik bunun, “kötü emellere” araç kılınmış olan arayışların yüzlerce ve binlerce yıl öncesinde “kötü olmayan amaçlar” için kullanılmış olduğu da bir gerçektir.

Dünyanın birçok yeri gibi Amerika kıtası da, Avrupalılardan önce ve sömürgeleştirme amacı olmaksızın Çinliler tarafından keşfedilmişti. Ancak Avrupamerkezci tarihyazımı “bu şerefi” kendisine vermekte, “yenidünya”yı esas keşfedenin, kendisinden önce keşfedenin Çinliler olduğunu gizlemekte, bu keşfi Vikinglerden olduğu gibi Çinlilerden de esirgemektedir. Oysa Çinlilerin Amerika kıtasıyla ilişkisi yoğundur. Kuzey Amerika’daki Çin kolonileri, çok yerdeki Çin yerleşim yerleri, kimi gemilerin denize tekrar açılamaz duruma gelmesi yüzünden kıtada kalan Çinlilerin kalıntıları, yerel dillerde Çince sözcüklere, porselen gibi Çin üretimi ürünlere çok yerde rastlanması, Çin’in Amerika’ya hep ulaştığını göstermektedir. Çeşitli bitki ve hayvan türlerinin karşılıklı ve iki yönlü olarak keşif gezileriyle taşındığı ortaya çıkarılmıştır. (32) “Yenidünya”daki bölge halklarının DNA’larında Çinlilerin DNA’ları bulunmaktadır. Ayrıca büyük bir Çin donanması kuzey Amerika’da tsunamiye maruz kalmış ve yok olmuştur. Batıklar görülebilmektedir ve tarihlenmiştir. (33)

Kendine yeterli Çin, “kötülüğün ülke dışından beslendiği” yolundaki belirlemesi yüzünden 15. yüzyılın ortalarına doğru dış dünyaya karşı konumlanma gereği duydu. Çinlilerin ülke dışına çıkması, yabancı diller öğrenmesi, yabancılarla ilişki kurması, mal alışverişiyle dışarıyla ticaret yapması yasaklandı. Bir yabancı düşmanlığı dönemi başladı. Gene “kötülük gelmesi tehlikesi”ni önlemek için dış gezilerin Çin’e zarar vermemesi amacıyla Çin yönetimi, binlerce gemilik donanmasını bile törenle yakacak, artık Çin karaların hakimi ve böylece yalnız kara ülkesi olacaktı. Böylece Çin “dünya sahnesi”nden çekilmiş oldu. (O dönemden sonra, sömürgecilerin Çin’den alıp götürdükleri dışında Çin malları hiç bir şekilde Çin dışına çıkmayacaktı.) Bu, dış ticaret sektörünün dumura uğrayıp Çin’i ekonomik bakımdan zayıflatması yanı sıra, geleceğe dönük büyük bir zaaf içeren tarihi bir hataydı. “1470 yılında Amiral Zheng He’ye ait bütün kitap, belge ve kayıtların yakılması” ise, Doğu’nun geri dönüşü olmayan büyük bir birikiminin yok edilmesi (34), Çin’in kendi tarihini silmesi, Çin için “bir intihar” girişimiydi.


Olgular ve Sonuçlar:

Avrupalıların Doğu özlemi vardı, Doğu’ya açılmaları, gidebilmeleri ve oraya ulaşmaları gerekiyordu. Alacakları çok şey, edinecekleri çok bilgi vardı. Bunu biliyorlardı, çünkü Doğu, 17. yüzyıl sonuna kadar Avrupa’dan her zaman ve her bakımdan daha ileriydi. Doğu aynı zamanda zenginlikti, verimdi, gelişmişlikti, çeşitlilikti ve “cennet”ti.

Çin ise, Doğu uygarlıkları içinde her zaman en önemlilerinden biri olmuştu. Çok iyi biliniyordu. Çin Doğu’nun “merkezi” gibiydi. Doğunun en büyük üreteniydi, en zenginiydi, en güçlüsüydü, en köklüsüydü, en önemlisiydi.

Doğu’ya, Hindistan’a, Çin’e gitmek için karayolu da, Süveyş Kanalından geçerek kullanılacak denizyolu da Doğuluların, Asya’nın, İslam’ın elindeydi. Afrika’yı dolaşarak Doğu’ya gidilebileceğini ya bilmiyorlar, ya da biliyorlar ama bu yolu kullanarak gitmeyi düşünemiyorlardı. Bu uzun deniz yolu, Avrupalıların sahip oldukları teknik olanaklar itibarıyla göze alınacak gibi değildi. Başka bir yol bulunmalıydı. Bu yol, 16. yüzyıl yaklaşırken, bazılarınca dünya tepsi gibi olmadığına, artık “yuvarlak olduğuna göre”, doğu yönüne doğru gidilerek açılabilirdi. Böylece “yola” çıktılar. Önce Karibik Denizinde “Hindistan”a vardılar. “Doğu” tam hayal edildiği gibi değildi, ama buna karşılık altın ve gümüş deposuydu.

Önceleri varılan yerin “Doğu” değil, kendilerinin batısı olduğu anlaşılamadı. Zaman, bu boşluğu da dolduracaktı.

İşte bu süreçte insanlığın, ama esas olarak Avrupalıların gündemine küreselleşme girdi.

Ama Doğu, Batı’dan çok daha önce küreselleşmeye başlamıştı ve Doğu’nun küreselleşmesi, Batı’nın küreselleşme projesinin tersine barışçıl amaçlarla yürütülmeye yönelikti. Çin’in keşif gezilerinde yeni bulunan yerlerin ve hatta bütün dünyanın Çin tarafından “Çin’in vergi sistemine sokulması” amaçlanmıştı elbette, İslamiyet ise yayılmasında dini kadar, hatta dininden çok ekonomik çıkarların peşindeydi haliyle, ama gerek “uzaktaki” Çin’in, gerekse “yakındaki” İslam’ın küreselleşme yöneliminin ikinci bir özelliği uygarlık götürmek, uygarlık yaymak ve kendisinde olanı, elinde olanı vermekti.

Doğu’nun paylaşmacılığı kendini en çok uygarca dış ilişkilerde gösteriyordu. Bütün bilimsel gelişmeler, teknolojik bilgiler, hatta –başka ülkeler için dışarıdan mutlak olarak saklanması gereken– askeri teknoloji Çin tarafından hiç bir zaman gizlenmeye çalışılmıyordu. İslam’da da bilim, teknoloji ve kültür yayıcılığının somut örnekleri gözlerden kaçacak ve anlaşılmayacak gibi değildi. Endülüs’teki, Suriye’deki İslam medreseleri dünyanın her tarafından, hatta Hıristiyan “Frenk dünyası”ndan bile öğrenci kabul ediyordu. İslam dünyasında hastaneler, her dinden hastalara açıktı. Vb.

En büyük ve ilk keşifçi olan Çin dünyayı “keşfederken” hiç istilacı, ilhakçı, fetihçi, istismarcı ve sömürgeci olmamıştı.

Çin, Doğu uygarlığına dahildir, Doğu uygarlığının parçalarından biridir. Çin, bütün eski uygarlıkların bugün tek yaşamakta olanı, bütün antik uygarlıkların tek ayakta kalanıdır. (35)

Açıklamalar:

  1. Türk asıllı bir Müslüman olan (Yunnan Eyaletinde bir Moğol kenti) Kunming doğumlu Zheng He’nin (1371-1433) asıl adı Hacı Mahmud Schams’dır. Çin kaynaklarında Ma Sanbao olarak da geçmektedir. Küçük yaşta Çinlilerce esir alınan Mahmud hadım edilmiş, kendisine yeni ad verilmiş ve iyi bir eğitim görmüş, yetiştirilmiştir. Yetenekli bir genç olarak Ming Hanedanı (1368-1644) döneminde yükselmiş ve erken yaşta amiral olmuştur. Deniz korsanlığına karşı mücadele konusunda büyük başarılar kazanmış amiral, denizaşırı ölçekte yedi büyük geziye çıkmıştır. Boyu iki metreden büyük olan heybetli amiral, olağanüstü bir hafızaya sahipti (on bir yaşında Arapça Kuran’ı ezbere okuyabiliyordu, hafızdı), araştırma yapabilecek derecede disiplinli, kültürlü ve son derece gelişmiş bir aydındı.

  2. Bu sayıda geminin o günün ölçülerinde dünyanın en büyük filosu olmasından daha önemli olan, bugün dünyadaki en büyük filolara sahip olan ABD’nin donanmasında yalnız 500 civarında gemi olduğudur. Geniş bilgi için bkz. Özgür Erdem, “Avrupamerkezci Tarih Tezine Büyük Darbe”; Gavin Menzies, 1434, İleri Yayınları, İstanbul 2013 içinde, s. 13 ve 16. Ayrıca Menzies, J.J.L. Duyvendak’a (“The True Dates of the Chinese Maritime Expedition in the Early Fifteenth Century”, T’oung Pou, no 34, Leiden 1938, s. 341-45, 349) dayanarak Zheng He’nin yedi yolculuğunun her birinde emrinde binden fazla gemi bulunduğunu belirtmektedir (1434, s. 50). Ayrıca ayrıntılı başka bilgiler için bkz. s. 53 vd.

  3. Bkz. Soner Polat, Türkiye İçin Jeopolitik Rota, Kaynak Yayınları, İstanbul 2015, s. 30.

  4. John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, YKY, İstanbul 2007, s. 70.

  5. Çin malları hem karadan İpek Yoluyla Avrupa’ya, hem de gemilerle denizyoluyla Akdeniz’e ulaştırılıyor ve Avrupalılara satılıyordu. Ancak önemli olan, Çinliler, Avrupalıların Çin hakkında bildiğinden çok daha fazlasını Avrupa ile ilgili olarak biliyorlar ve hatta Avrupa’daki gelişmeleri takip ediyorlardı. Kurulan ilişki ile, barbar olarak niteledikleri Avrupalıların “imparatora övgülerini sunmaları” imkanı yaratılıyordu.

  6. Gemiler hem malzeme, hem de kültür taşıyan yüzen depoydu”, “dünyanın yarısının bilgisinin ambarı” olan “Zheng He’nin filosu, yüzen bir üniversiteyi andırıyordu ve kütüphanesinde o dönem dünyada bulunan üniversitelerde olandan daha fazla entelektüel bilgi birikimine sahipti”. Menzies, 1434, s. 69 ve 62.

  7. Büyük İslam gezgini İbn Battuda (1304-1377) Çinlilerin filolarını ve onların içinde olan böyle inanılmaz büyüklükteki bir gemisini de görmüş ve gezmiş olmalı ki, bu gemilerde binlerce insan, “dört güverte, kabinli özel odalar ve tüccarlar için salonlar bulunur” demektedir. Bkz. The Travels of Ibn Battuda, AD 1325-1354, Band 4, Hakluyt Society, London 1994, s. 813; akt. Menzies, 1434, s. 95.

  8. Çin gemi ve filoları Amerika’ya üç yoldan da gitmişlerdi. Afrika’yı dolaşarak ya da Akdeniz’den çıkarak batı yoluyla, Pasifik Okyanusunu geçerek doğu yoluyla ve kutba yakın buzul geçitlerini aşarak kuzey yoluyla.

  9. Örneğin, Tang Hanedanı (626-907) döneminin son yılında Afrika’nın batı kıyılarına keşif seferleri yapmışlardı. Bkz. Cem Gürdeniz, Mavi Uygarlık / Türkiye Denizcileşmelidir, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2015, s. 75.

  10. K.N. Chaudhiri, Trade and Civilization in the Indian Ocean, Cambridge Univercity Press, Cambridge 1985, s. 154 not 29; akt. Menzies, 1434, s. 62.

  11. Çinliler, 13. yüzyılda Arap gökbilimcilerini ülkelerine davet etmişler, çalıştırmışlar, gökbilimi konusundaki bütün bilgi ve birikimi bir araya getirmişlerdi. Yuan Hanedanı zamanından beri dünyanın en iyisiydiler.

  12. Geniş bilgi için bkz. Gavin Menzies, 1421 / Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl, Kalkedon Yayıncılık, İstanbul 2014.

  13. Örneğin, Kristof Kolomb, “seyahatine yelken açmasından 18 yıl önce Amerika’nın bir haritasını gördüğünü seyir defteri”ne yazmıştı. Menzies, 1434, s. 33.

  14. Menzies, 1421, s. 147.

  15. İki farklı ve birbirine ters bakışla ilgili zamandizin için bkz. Hobson s. 306 vd.

  16. Ziyarette Papa IV. Eugenius’a (1431-1447) gökbilim harita ve takvimi sunulmuş. Takvimin önemi, o dönemde Avrupalıların ortak bir takvimlerinin olmamasından kaynaklanıyordu ve Çinliler bu konuda bilgi sahibiydiler. Gregoryen takvimin Avrupa’da kullanıma girmesi için daha bir yüzyıl geçmesi gerekecekti.

  17. Menzies, 1434, s. 59 vd.

  18. Örneğin, dünyanın yuvarlak olmadığı, okyanusun sonu olmayan bir deniz olduğu, güneşin dünya etrafında döndüğü vb. görüşler “geçerli”dir ve „resmi“dir. Galileo Galile’nin (1564-1642) Engizisyon tarafından yargılanmasına (1633) daha 64 yıl vardır. Mahkemede, artık „Keşifler Dönemi“ yaşandığı ve dünya turu da yapıldığı için yuvarlaklığı kabul edilmekle birlikte dünyanın dönmediği savunulmakta ve sanığa bunu kabul etmesi dayatılmaktadır. Roma merkezli dünya ve dünya merkezli evren safsatası devam etmektedir. Ancak, eppur, si muovel‘dir („dünya gene de dönüyor“dur).

  19. Geniş bilgi için bkz. Menzies, 1434, s. 43-359.

  20. Avrupalıların-atılıların tarih boyunca yaptıkları hırsızlıklar “listesi” için bkz. Jack Goody, Tarih Hırsızlığı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul2012.

  21. http://mussenstellen.com/article/necho-ii.

  22. Prof. Werner Stein, Der Neue Kulturfahrplan, Herbig, München 1998, s. 103 ve 117.

  23. https://de.wikipedia.org/wiki/Ptolemaios_II.

  24. Hobson “Güney rotası” adını verdiği Mısır merkezli ticaret yolunun Avrupalıları Mısır ticaret hegemonyasına bağladığı ve bağımlılaştırdığı görüşündedir. 1291-1517 dönemi için geçerli olan bu durumun, “Bağdat düştüğünde”, Kahire’nin, İslam’ın başkenti olmasına ve dünya ticaretinin merkezi haline gelmesine yol açtığını da eklemektedir. Geniş bilgi için bkz. s. 60 vd.

  25. Kanalın sığlığı yüzünden en büyük gemilerin Kızıldeniz’de kaldığını ve Akdeniz’e geçmemiş olduğunu varsayabiliriz.

  26. Kahire, o dönemde Çin limanları dışında tutulacak olursa dünyanın en büyük limanıydı (Menzies, 1434, s. 94).

  27. Başka kaynaklarda da belirtildiği üzere Mısır ve Kuzey Afrika ile Doğu arasındaki ticari ilişkiler ve karşılıklı seferler yüzyıllar boyunca düzenli bir şekilde sürdürülmüştü. Bu yüzden Memlukların, ortaya çıkmalarından başlayarak ticaret yolundaki bu merkezi konumları yüzünden “dünya”nın en zengin ülkelerinden birisi olduğu söylenegelmiştir.

  28. Menzies, 1434, s. 92.

  29. Aynı yerde.

  30. Gerçeği çarpıtan bu nutuklar ve yazılarla ilgili olarak bkz. Martin Bernal, Kara Atena / Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi? (1785-1985), Kaynak Yayınları, İstanbul 1998, s. 375 vd. Bu konuşma ve yazılardaki aşağılık ve aşağılayıcı anlayış ve biçemin bir örneği için bkz. s. 378. Ütopist sosyalistler arasında olan ve St. Simon’un halefi olduğu söylenen Prosper Enfantin, “kanal açma imgesini harekete geçirerek ve Avrupalıların Avrupalı olmayanlara tahakküm etmesinin her nasılsa heteroseksüel bir cinsel eylem olduğu yolundaki genel inancı tekrarlayarak şöyle yazıyordu: ‘Süveyş yaşamımızın merkezidir. Dünyanın erkek olduğumuzu ilan etmek için beklediği eylemi icra edeceğiz.’ Kanal, bu grubun üyelerinden biri olan Ferdinand de Lesseps tarafından inşa edilmiştir, ama 1860’lardan önce değil” diye konuşmuştu (alıntı için bkz. A. Abdel-Malek, Idéologie et renaissance nationale: l’Égypte moderne, Éditions Antropos, Paris 1969, s. 190).

  31. Mekanik ve diğer tekniklerin Çin’den Batı’ya aktarılışı” ile ilgili liste için bkz. Goody, s. 175.

  32. Menzies, 1421, s. 460 vd.

  33. Menzies, 1434, s. 368-385; Menzies, 1421, çok yerde.

  34. Birçok kaynakta belirtildiğine uygun olarak Soner Polat, uygulamanın, Çin imparatorunun zenginleşen ve bu yüzden fazla güçlenen tüccarların kendisine rakip olacağından kaygılanmasından kaynaklandığını yazmaktadır (s. 31-32). İmparatorun bu konuda belirttiğimiz açıklaması ise, topluma gösterilecek bir gerekçelendirme olmalıdır. Menzies çeşitli kaynaklara ve kendisine yapılan sözel görüş açıklamalarına dayanarak, bu durumun, mandarinlerin sınıfsal düşüşlerinin ve itibar kaybetmelerinin sonucu olarak yaptıkları siyasal müdahaleyle ilgili olduğunu belirtmektedir (1434, s. 44 vd. ve 1421, s. 86 vd.).

  35. Zheng He ile ilgili olarak beni yıllardır bilgilendiren, aydınlatan ve Menzies’in kitaplarından bana söz ederek bana onları anlatan, sonunda bu şaşırtıcı ve değerli kitapları edinerek bu yazıyı yazmamı sağlayan, denizciliğini ise onu tanıyan herkesin benim bildiğim kadar bilmediği Hale Dere’ye teşekkürü borç bilirim.

Bunları da sevebilirsiniz