Soykırım, Karşıdevrim, Emperyalizm

Ermeni soykırımı bayatladı. Şu anda propaganda gündeminden, tekrar içine çekilememek üzere çıkmış, çıkarılmış bulunuyor. Konuya umutsuz çırpınışlarla devam etmek isteyenler elbette çıkabilir1, ama biraz akıllı olanların sessizliği tercih ederek alay malzemesi olmaktan kurtulması mümkün. Kendileri bilir. Soykırım iddiaları gündemden düştü, ama konu gündemden düşmedi. Aksine tırmandı. Üstelik bu sefer, hem tam tırmandı, hem de ters taraftan tırmandı. Şimdi Türklerin soykırım yapmadığı öne çıkmış bulunuyor. Ortaya çıkan bu gerçek, “2015: Ermeni Soykırımının 100. Yılı”nı, “2015: Soykırım Yalanlarının Sonlanmasının Yılı”na dönüştürdü. Herkes biliyordur belki, ama gene de belirtelim. Gerçekten 100. yıl; ama neyin 100. yılı, “yalanların 100. yılı”. ERMENİ SOYKIRIMI YALANI NERDEN ÇIKTI? Olay ve gelişmeler şöyle: Birinci Dünya Savaşı başlamış, yıl 1914. İngiltere’nin düşmanları Türkler ve Almanlar. Yanında Fransa ve Rusya var. Plan şu, “Kıta”da cepheler kurulurken, esas mücadele alanı Osmanlı toprakları. Çanakkale Boğazından girilecek, İstanbul alınacak; güneyden girilecek, petrol bölgeleri zaptedilecek; doğudan Rusya girecek, Doğu Anadolu ele geçirilecek. Sonunda geniş Osmanlı coğrafyası yok olacak. Uzatmayalım, doğu cephesinde başarı için Ermenilerin kullanılması lazım. Hiç bir vilayette nüfusları yüzde 15’i geçmediği halde İngiltere o bölgelerde Ermeni örgütlerine devlet ihsan etme sözü vermiş. Yeter ki, ayaklansınlar; hem Rus ordularına katılarak asker, hem de cephe gerisinde (Osmanlı ordusu gerisinde) çeteler olarak işe yarasınlar. Bu plan, ihtiyaçların gereğiydi. Ermeni örgütleri bir yandan Müslüman köylerini yok ederken, diğer yandan sabotajlar yaptı, orduyu arkadan vurdu, Türk askerlerinin bağlantı yollarını kesti, ikmal yapılmasını önledi. Ermenilere kıyım yapıldığı yolundaki iddiaların başını İngiltere çekiyordu. Daha 1915 baharında İngiliz gazetelerinde kıyım haberleri çıkmaya başladı. Oysa Ermeniler için Osmanlı’da henüz hiç bir uygulama yapılmamıştı. Yani tehcir falan henüz yoktu. Amaç, ayaklanacak (daha doğrusu ayaklandırılacak) ve Rus ordularının ilerlemesini sağlayacak Ermenileri peşinen mazlum, mağdur, meşru ve haklı göstermek. Bu arada, o zamana kadarki dünyanın gördüğü en büyük, teknolojik olarak en gelişmiş ve en üstün İtilaf devletlerinin donanması Çanakkale duvarına çarpmıştır. Bu yüzden doğuda Ermenilerin faaliyetlerinin patlatılması gerekmektedir. Ve olur. Buna karşı askeri gereklerle yapılan Ermeni tehciri, İngilizlerin propaganda çalışmasını şiddetlendirir. Çalışmalar artık propaganda savaşı halini almıştır. “Ermenilerin tehcir edilmeleriyle birlikte katliam iddiaları Avrupa’da harp propagandası unsuru olarak kullanılmaya” başlar. “İngiltere ve Fransa hükümetleri, bu cinayetlerden dolayı Osmanlı hükümeti üyelerini ve katlliamlara katılmış ve katılacak olanları şahsen sorumlu tutacaklarını” ilan ederler.2 Bunların devamı gelecektir. 1915 yılında “soykırım” sözcüğü henüz icadedilmemişti, o yüzden İngilizler daha ötesini bulamadıklarından “kıyım”, “katliam” ve karşılığı olan sözcükleri kullanmışlardı. Aslında suçlamalar çok köklüdür. Ayrıca Ermenileri aşan bir genişliktedir. İngiltere Türkleri, (1970 yılında adı verilecek olan) bir “Demografik Savaş”3 yapmakla, “etnik temizlik” uygulayıcısı olmakla itham ediyordu. Gayrimüslimler habire öldürülüyordu! Her yerde öldürülüyorlardı! Her zaman öldürülmüşlerdi! Böyle şeyler olmadığı, o zamana kadar hiç bir yerde etnik temizlik yapılmadığı biliniyordu ama bu ikiyüzlü iftiranın yararı hesaplanıyordu. Üstelik, İngiliz resmi kaynakları, etnik bir temizliğin Balkanlarda, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan’da Türkler aleyhine yapıldığını daha 1913-1914’te belirlemişti! Bu bölgelerdeki Türkler ve Müslümanlar, “güvenlik uğruna evlerini terketmeye zorlayan savaş felaketi”ne uğramışlar ve kitleler halinde yüz binlercesi yurtlarından her şeylerini geride bırakarak göçmüşlerdi. Öldürülen ve ölen Türklerle ilgili haberler “Avrupa basını ve Türk olmayan kaynaklar tarafından da doğrulanmakta”ydı. Durum, çift ölçülü olmanın ötesindeydi, Balkan Hıristiyanlarının yaptıkları üzerinde durulmamakla kalınmıyor, olmayan şeyler üretiliyor, dahası, Türkler haksızlaştırılıyor, suçlanıyordu. İngiltere propaganda savaşını Almanya’ya ve Türkiye’ye karşı birer Mavi Kitap’la4 sistemleştirmeye ve resmileştirmeye girişti. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Türklerle ilgili olarak, sonradan dünyadaki en ünlü “Mavi Kitap” olarak anılacak, hüsrana uğramış öfkeli Ermenilerin söylediği ve yazdığı şeylerle, doğruluğu kontrol edilmemiş belgelere dayanan ve bunlarla birlikte uydurma iddiaların da yer aldığı bir kitap hazırlattı.5 Propaganda amacıyla tasarlanmış kitapta “hiç isyan etmemiş ve Osmanlıya bağlı olan Ermeniler”, “asilime edilemedikleri için”, “Hıristiyan oldukları için” ezilmişler, kıyılmışlar, öldürülmüşler, yok edilmeye çalışılmışlardı! “Psikolojik savaşın temel eserleri” arasında seçkin bir yer alacak olan bu “Mavi Kitap”ın inandırıcılığının sağlanabilmesi için, Alman karşıtlığıyla ünlenmiş diplomat-tarihçi Lord Bryce’ın (1838-1922) adı kullanılmıştı (üstelik önsözde de imzası bulunuyordu). Ama aslında kitap, o dönemde istihbarat subaylığı yapmakta olan genç Arnold Toynbee (1889-1975) tarafından kaleme alınmıştı. Savaş başladığı zaman İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın haberalma örgütünde çalışmaya başlayan Toynbee, 1915’te yazdığı The Murder of a Nation ve The Murdereous Tyranny of the Turks adlı çalışmaları yüzünden bu göreve uygun görülmüştü. Türk düşmanlığını en iyi işleyebilecek yazar o olabilirdi! İlk örneği Haziran 1915’te 2,5 milyon basılan Mavi Kitap, 1916’da 200, 1917’de 400 üzerinde yayınevi tarafından 17 dile de çevrilerek on milyonlarca olarak yeniden yayımlandı. Başta ABD olmak üzere bütün dünyada dağıtıldı. 20 Şubat 1917’de The Times gazetesinde Mark Sykes’ın6 yazdığı bir makale yayımlandı. Makale, Ermenilerin kasıtlı ve planlı kıyımı ile ilgili uydurmalar konusunda bir ilkti, öncüydü ve arkasından gelecek bütün söylem ve yayınların modeli ve örneği olacaktı. Aslında Ermenileri sevmeyen, hatta onlarla ilgili olarak başka yerlerde düşmanca, kötüleyici ve aşağılayıcı ifadeler bile kullanmış olan7 yazara göre Türkler 700 bin Ermeniyi kesmiş, katletmişti. Belirlenen politika gereğince Ermeniler mağdur olmalıydı! Daha doğrusu yapılmalıydı. Gazeteden ayrı olarak 100 bin basılan (30 bini ABD’ye gönderilmişti) makale her yere dağıtıldı. Sonra bu konudaki girişimler sistemleştirildi. İlk adım olarak “Ermeni katliamı fabrikasyonu”na başlandı. “Bu amaçla ilk göreve getirilen kişi W.E. Allen oldu.”8 Kendisine 1919 yılında yazdırılan Türkler adlı kitapta Allen, hem Türk düşmanlığı yapıyor, hem de Ermenilerle ilgili olarak tezler ileri sürüyordu. Bu müthiş yayın ve propaganda faaliyetine bakar mısınız? Üstelik her şeyden de, bütün yapılanlardan da söz etmedik. Yalnızca bir-iki örnek. Neden yapıldı peki? Birincisi, propagandanın savaşlarda oynadığı rol epey zamandır biliniyordu, o kullanılmaya çalışıldı. İkincisi, toprakları paylaşılacak olan Türklerin “mağdur” görülememesi gerekiyordu, kötü ve cani insanlar olarak kamuoylarına yönelik bir şekilde olumsuzlanmaları gerekiyordu, Ermenilere acınmalı, Türklere kızılmalıydı! Üçüncüsü, İngiltere, Çanakkale’de duvara çarpmasından, yani ilk yenilgisinden sonra savaşı kısa sürede bitiremeyeceğini anlamış, yeni yollar bulması gerektiğinin bilincine varmış, hatta zafere ulaşması için ABD’nin katılmasına ve böylece onun yardımına muhtaç olduğunu belirlemişti. Bu yüzden propagandanın “hedef kitlesi”, kendi kamuoyları yanında, hatta ondan önemli olarak Amerikan halkıydı. ABD bu sayede savaşa girecekti (gerçi ABD’ye bu yönelik bu girişim o günlerde “sonuç vermedi” ve ABD savaşa girmedi ama savaşın sonuna doğru plan gerçekleşti, ABD Avrupa’ya asker gönderdi). Peki, bu propaganda malzemesi konusu ne oldu ve nasıl bir şekil aldı? Sonradan en ünlü tarihçiler arasında yer alacak olan Toynbee, 1921 yılında, çalışmaya başladığı üniversitede Korais Kürsüsü’ndeki görevinden izin alarak Manchester Guardian gazetesi adına Anadolu’daki Türk-Yunan savaşını yerinde izledi ve Yunan birliklerinin Anadolu’da Türklere karşı yaptığı vahşeti bu gazetenin okurlarına aktardı. Dönüşünde, The Western Question in Greece and Turkey: A Study in the Contact of Civilizations (Constable 1922) adlı (Türkçesi “Türkiye’de ve Yunanistan’da Batı Sorunu” olan) eserini kaleme aldı. Bu çalışma, Mustafa Kemal önderliğindeki Türk ordusunun Yunan kuvvetlerini bozguna uğratmasının hemen öncesinde, 1922 yılının yaz başında yayımlanmıştı. Toynbee’nin bu kitabı, gazete yazıları ve Türklerin davasına karşı giderek artan sempatisi Korais Kürsüsü’nün finansmanına katkıda bulunan Yunan hükümetinin ve başka destekçilerin tepkisini çekecek, baskı ve suçlamalardan bunalan Toynbee ise1924 yılında kürsüden ayrılacaktı. Toynbee, Mavi Kitap’ta yazdıklarından (ve bunun yanında daha önce yazdığı, yukarıda adı geçenTürk düşmanı “gençlik çalışmaları”ndan) pişman oldu, gerçekleri değil, istenilenleri ve beklenenleri yazmıştı, kötülüğe, emperyalist İngiliz politikasına alet olmuştu. Toynbee bu kitabının 50. sayfasında Mavi Kitap’ın “propaganda amacıyla” yazıldığını belirtmiş, Anadolu’da yaşanan felaketlerde başta İngiltere olmak üzere Batının oynadığı rolü sergilemiş, kitabın 312. sayfasında Ermenilerin 1920 yılı boyunca yaptığı kıyımlardan, sonrasında, Kilikya’da on binlerce Türkün öldürülmesinden ise Fransızların sorumlu olduğunu yazmıştı. Bir yayınevinin 1923 yılında, Ankara’dan döndüğü günlerde kendisinden yazmasını istediği “Türkiye” konulu kitabın, Toynbee’nin başka bir resmi işle görevlendirilmesi yüzünden ancak 1926’da bitirilebildiğinde, istenen ve beklenen bir şekilde yazılmamış olduğu görülmüştü! “Türkiye” kitabı, Türk Kurtuluş Savaşını, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve genel olarak Türkleri suçlamaktan uzaktı ve hatta zaman zaman çok fazla olumlu değerlendirmeleriyle dikkati de çekiyordu.9 Üstelik Batının suçlanması sözkonusuydu, “doğa Türkiye’ye zenginlik bahşetmişti ve emperyalizm açgözlüydü” cümlesi bu kitapta yer almaktaydı. Mavi Kitap’ın, başta Malta yargılanması sürecinde İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından olmak üzere, hiç bir hukuksal değerlendirmede ve süreçte kanıt niteliği taşımadığının belirlenmiş olması,10 propaganda amaçlı yapay ve düzmece bir “belge” olduğunu göstermektedir. Oysa Britanya hükümeti, Malta duruşmalarında Osmanlı yöneticilerinin, Mavi Kitap’taki yazıların delil olarak kullanılarak mahkum edilmesini planlamıştı. Sonradan Malta süreci, İngiliz yönetici sınıflarında önemli bir soruna dönüşecek, Savaş Bakanı Winston S. Churchill, 19 Temmuz 1919’da hükümete Malta’daki Türk tutukluların “ilk uygun fırsatta serbest bırakılmalarını” önerecektir. “Başbakan Lloyd George ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon, bu öneriye karşı çıkarlar. Kraliyet başsavcısına danışılması kararlaştırılır.”11 Ancak, 1921’de İngiltere’nin İstanbul’daki büyükelçisi İngiliz Dışişleri Bakanına Londra’ya gönderdiği raporda, “Ermeni soykırımı” iddiasının kendi gizli servislerinin uydurması olduğunu yazmıştır. Toynbee’nin de “İngiliz halkının” bu yalanla aldatıldığını söylediğini biliyoruz.12 Ayrıca, 1937’den ölümüne kadar İngiltere’de başbakanlık yapan Arthur Neville Chamberlain (1869-1940), sonraları, o dönemde bu konuda yapılan işgüzarlıkların bir savaş propaganda faaliyeti olduğunu bizzat itiraf edecekti. Chamberlain, Birinci Dünya Savaşında imalatı başlayan Ermeni kırımı tezlerine, sonradan “bunlar bir savaş propagandasıydı” demişti.13 Bunları, soykırım yalanlarının 1915’ten kaynaklandığını, daha o zamandan baladığını göstermek için yazdık. Böylece “soykırımın 100. yılı”nın sonu, tam da 100. yılda gelmiş oldu. AİHM KARARI: BİR DÖNÜM NOKTASI 15 Ekimde AiHM’in Büyük Dairesi Doğu Perinçek’i İsviçre karşısında haklı ve suçsuz buldu. Mahkeme nihai kararıyla Türkiye’yi haklı ve suçsuz bulmuş oldu. Buna karşılık İsviçre’yi haksız, yanlış, suçlu buldu. Şimdi İsviçre, kendi hukuk mevzuatından Ermenilere soykırım yapılmadığını söylemenin, soykırımı “inkar” etmenin suç olduğu yolundaki maddeyi ortadan kardırmak, yok etmek zorunda. Yasal düzenlenmesi yapılacak. Çaresi yok. Böylece 15 Ekim 2015 Perşembe günü soykırım yalanlarının son kullanım tarihi tamamlanmış oldu. İkincil anlamları ve sonuçları var kararın. Ama hepsi de önemli. “1915 olayları” tartışmalıdır! Tehcir “soykırım” değildir! Tehcir ile “Holocost” aynı şey değildir! AİHM kararı, “1915 olayları”nın soykırımın hukuki karşılığı olan “Yahudi soykırımı” ile aynı şey olmadığını, bunların aynı kategoride yer almadığını belirlemiştir. Ermenilere Türklerin soykırım yapmadığını, Ermenilere soykırım yapılmadığını söylemek suç değildir! Suçlanan Türkiye ve Türklerin kendilerini savunması, haklı, meşru ve doğrudur, bunların yanında yasaldır! Bunların yanı sıra, “soykırım” tanımının kullanılabilmesi için yasal ve meşru bir mahkeme kararı olması gerekmektedir. Kaldı ki, hukukta “geriye işleme” bulunmuyor, yasalar makabline şamil olamıyor, bu evrensel hukuk kuralının “soykırım” yaftası kullanılması durumundaki yanlışlığın ve tutarsızlığın üzerinde bile durmuyoruz. AİHM nihai kararının Doğu Perinçek’in şahsıyla ilgili tarafı da, savunduğu görüşlerde “Ermeni düşmanlığı” ve “ırkçılık” bulunmadığının ortaya çıkarılmış ve belirtilmiş olmasıdır. Böylece bir tabu ve emperyalist propaganda merkezlerinin ileri sürdüğü bir yalan daha yıkılmıştır; soykırım olmadığını söylemek, Ermeni düşmanlığı yapmak ve ırkçı olmak değildir! Türkler şimdiye kadar soykırım yalanlarına karşı kendilerini, ülkelerini ve milletlerini savundular. AİHM’in bu sonul kararıyla artık savunmadan çıkıp taarruza geçilecektir. Başta ABD olmak üzere Batı dünyası artık yalanlarını sürdüremeyecektir. SOYKIRIM YALANLARI DEVRİM DÜŞMANLIĞIDIR! Şimdi gelelim soykırımların kimlerin işi olduğuna, olabileceğine. Soykırım denilen suç, eğer ilkel ve ırkçı toplulukların, kandırılmış ve kışkırtılmış grupların, gelişmemiş insanların (soykırım olarak tanımlanmış olan) davranışları değilse, yalnız ve yalnız emperyalizmin, sömürgeciliğin, saldırganlığın işidir. Bu insanlık suçu, hukuki olarak olmasa da, tarih boyunca birçok imparatorluk ve istilacı güç tarafından çeşitli toplumlara ve topluluklara karşı uygulanmıştır. Günümüzde emperyalist Batı ülkelerinin olağan davranış türüdür. Örnekleme çok kolay, herkesin bildiği birçok soykırım var (neredeyse bütün Batı ülkelerinin olmak üzere). Bu sayede, emperyalizm ile soykırım arasındaki ilişkiyi, kopmaz bağı, bırakın kanıtlamayı, onun üstünde durmaya bile gerek kalmıyor. Apaçık. Ancak bu vesileyle şunu da belirtmeliyiz, saldırgan, istilacı, ırkçı, gerici, baskıcı devletler, güçler ve anlayışlara özgü olan soykırımcılık, hiç bir şekilde devrimcilikle, cumhuriyetçilikle, demokratçılıkla, ilericilikle ilişkilendirilemez. Cumhuriyetler demokrasinin yeşerdiği yerlerdir. Orta Çağı yıkmışlardır. Devrimler tarafından varedilmişlerdir. Hanedanlar yok edilmiştir. Devrimler toplumları ilerletmek içindir. Devrimler ve cumhuriyetler, özgürlük, eşitlik, kardeşlik içindir. Devrimler ve cumhuriyetler, birlik içindir, toplum içindir, millet içindir, insan hakları içindir. Devrimler, merkezine insanı ve toplumu koyar. Buna karşılık emperyalizmin merkezinde ise, sömürü sistemi ve bunun düzeni vardır. İnsana değer vermediği gibi, insana karşıdır da. Emperyalizm ilhakçıdır, mahvedicidir, kapitalizm yıkıcıdır. Bu yüzden Mustafa Kemal, “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyeti milliyece mücadeheyi uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız”14 diyecektir. Devrim ve Cumhuriyet kavramıyla soykırımı yan yana getiremezsiniz. Cumhuriyet düşmanları, cumhuriyetlerin de soykırım yaptıklarını bir süredir çok tekrarlamaya başladılar. Ve bu dünya çapındadır. Yeni de değildir. Kendi sorumluluklarını gölgelemek isteyen emperyalist ve karşıdevrimci odakların marifetidir. Büyük Fransız Devrimi sonrasında on yıllar boyunca devrimin büyük kıyım yaptığı yazılmış, çizilmiş, söylenmişti. O zamanlarda daha “soykırım” sözü icadedilmemişti, ama kastedilen bugünkü anlamıyla soykırımdı. Bazı “tarihler” ve “tarihçiler”, “kıyım”ın boyutuna, bazıları ise, “niyet”ine takmıştı. Kıyım o boyuttaydı ki, tarihte benzeri görülmemişti! Kıyımcılar o kadar kötü niyetliydi ki, kıyılanlar neredeyse yalnızca yok edilmek için kıyılıyorlardı! Bugün ise, emperyalist merkezli gerici odaklar Büyük Fransız Devrimine de “soykırım” yaftasını yapıştırmaya, Devrimi “soykırım” yapmış olmakla suçlamaya çalışıyorlar. Yayınlar var. Çok yaygın bilinmiyor olabilir, bu iddialar neye dayanıyor? Ünlü Fransız Devrimi tarihçisi Michelet’ye göre “Vendée, Eski Rejimin çöplüğü”ydü. Fransa’nın kuzeybatısındaki bu bölgenin insanları Devrime ikna olmamıştı, Devrimi benimsememişti ve Devrime direnmişti. Bunda, Bretagne bölgesinin geriliği, feodal bağların gücü rol oynuyordu. Köylüler, Fransız Devrimini ezmek isteyen İngiltere’nin desteğinde (İngiltere karşı kıyıdaydı), bölgenin toprak ağaları ve egemenlerinin önderliğinde Devrime karşı pışpışlanmış, silahlanmış ve savaşmıştı. Devrim için yapılacak başka bir şey yoktu, bölgeye Meclis kararıyla ordular gönderildi ve karşıdevrim ezildi. Ezilmese olmazdı. Devrime nereler direnmişti diye bakıldığında da Fransa’nın gerilik ve bağnazlık haritası çıkıyordu ortaya. Gerici dinadamlarının sözünün geçtiği yerler, Devrimi yıkmaya çalışan komşu ülkelerin sınır boyları, köylülerin bütün Fransız köylüleri gibi ayaklanmadığı bölgeler… Vb. O devrim döneminden yüz yıl kadar geçtikten sonra (1927’de) çok veciz bir şekilde ifade edildiği gibi, “devrim yapmak, ziyafet vermeye, yazı yazmaya, resim yapmaya ya da nakış işlemeye benzemez; o kadar zarif, o kadar sakin ve yumuşak, o kadar ılımlı, uysal, kibar, ölçülü ve alicenap olamaz”.15 1793 yılında Bretagna’da yaşananlar karşıdevrimin ezilmesinden başka bir şey değildi. Devrim Cumhuriyeti yaratmıştı, karşıdevrim de Cumhuriyete düşmanlıktı. Kralla, senyörlerle, toprak ağalarıyla ve Eski Rejimle Cumhuriyetin uzlaşması mümkün değildi, böyle bir olanak yoktu. Büyük Fransız Devrimi, ilerici ve toplumsal özellikleri yüzünden, tarihte oynadığı rol bakımından “Fransız” olmaktan çıkmış, dünyanın malı olmuştur. Karşıdevrimin onu karalamaya gücü yetemez. Devrimlerle ilgili olarak bu olumsuz ve karalayan anlayıştaki tezler, Sovyet Devrimi için de söylenegelmiştir. Karşıdevrimin ezilmesi, Devrimlerin “soykırımı” olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Devrimden zarar görenlerin, devrime karşı olanların, devrimleri yıkmaya çalışanların devrimlere düşmanlık yapması doğaldır ve bunun için her şeyi yapabilecekleri, her türlü kötülemeleri ve karalamaları üretmeleri de doğaldır. Dolayısıyla bütün bunlar karşıdevrimciliğin sonucudur. “ERMENİ SOYKIRIMI” SUÇLAMASI, TÜRK DEVRİMİ İÇİNDİR, TÜRK DEVRİMİNİ YIKMAK İÇİNDİR! Dünya çapında Cumhuriyet ve Devrim düşmanlığı, Türkleri, 20. yüzyılda kıyımcı, 21. yüzyılda da soykırımcı olarak suçlamaya girişmişti. Çünkü, bırakalım topraklarında gözleri olmalarını, Türkler, Devrimlerini yapmıştı, Cumhuriyetlerini kurmuştu, emperyalist istilayı püskürtmüştü, bağımsızlıklarını kazanmıştı. Ortaya onurlu bir Türkiye, modern bir devlet çıkmıştı. Bunlar suçlanmak için yetmez mi? Siyaset zemininde yürütülmeye başlayan olay, önce genişletilmiş, sonra alan alan sıçramalara uğramış, ve daha sonra da kronolojik zıplatmalara maruz kalmıştı. Ermeni tehciri, soykırım yapılmış; “1915 olayları” denilen “soykırım”, Kurtuluş Savaşı dönemine, yani 1920 sonrasına aktarılmış; Ermeni soykırımına Rum, Süryani, Kürt vb. gibi “yeni” ve başka soykırımlar eklenmişti! “Suç”un failinin Osmanlı İmparatorluğu olması da kesmiyordu, Türkiye Cumhuriyeti de “suçluydu”, çünkü Türk Devrimi de hedefti. Devrimin önderi de sorumluydu ve suçluydu! Bunlar için “tarihçiler” rol aldı, Ermeniler görevlendirildi, kurumlar seferber edildi, devletler girişimlerde bulundu, paralar harcandı, kampanyalar yürütüldü. Ancak bütün bunların hepsi artık boşa çıkmıştır. 1920’de ilan edilmeden kurulan Cumhuriyetimiz, Lozan süreci sonrasında ilan edilen Cumhuriyetimiz, devrimci bir modern devlet kurmanın yanı sıra, Batının “Ermeni Sorunu”nu sona erdirmiş, Ermeni terörünü durdurmuş, Batıyı dize getirmiş, emperyalizmin o dönemdeki planlarını bozmuş, işini bitirmişti. Kurulan Türkiye’de ise barış dönemi başlamış, Ermeniler dahil Türkiye’de yaşayan herkes yurttaş olmuştu. Bugün Türkiye’de Cumhuriyet düşmanlarının hepsinin “soykırımcı” olması rastlantı mıdır? Bir düşünün, ayrılıkçısı, gericisi, yobazı, liberali, Batıcısı, bunların hepsi Cumhuriyet karşıtı olmalarının yanı sıra “soykırımcı”dır. Ve Cumhuriyet düşmanı oldukları için soykırımcıdırlar. Küresel lafazanlar, tarihçiler ve siyasetçiler içinde ülkemizin “soykırım geçmişi” tarihinin “araştırıcıları” seçkin bir yer tutuyor! El üstünde tutuluyorlar. Bu araştırıcılar arasına bizim yerli kaşiflerimiz de girmeye çalışıyor, onlar da sahne almak istiyor. Batıcılık ve emperyalizm savunuculuğu rağbette olduğu sürece sahneye yenileri çıkabilir. Kontenjanda her zaman yer var, kontenjan açık, dolu olması gerekmiyor, doldurmak gerekli değil, ama aydınların, ülkesini, halkını ve insanlarını sevmesi gerekiyor! OLGULAR VE SONUÇLAR 1) Birinci Dünya Savaşında Türkiye vatan savaşı verdi ve kendini savunma mücadelesi yürüttü. 2) Batıda Çanakkale’de başlayan vatan savaşı, doğu bölgesinde Rusya’ya karşı yapıldı. 3) Emperyalistlerin politikalarına alet olan Ermeni örgütleri, hem Rus ordularına katıldı, hem cephe gerisinde Türk ordusunu yıpratmaya çalıştı, hem de Müslüman köylerinde kıyımlara girişti. 4) Türkiye’ye saldıran İtilaf ülkelerinin başındaki İngiltere, propaganda savaşını başlattı ve Türklerin Ermenilere kıyım yaptığını ileri sürdü. 5) Ermenilerin doğudaki faaliyetine tedbir olmak üzere askeri amaçlarla Ermenilere tehcir uygulandı. 6) Tehcir uygulamasının Ermeni düşmanlığıyla bir ilgisi yoktu. Aksine tehcir aynı zamanda Anadolu’daki Ermenileri gözetmek için yapılmıştı, yönetim onları zor durumdan, çatışma ortamından kurtarmak da istiyordu. 7) Savaş boyunca emperyalistler tarafından desteklenen ve kışkırtılan Ermeniler, savaş bitince Batılılarca terkedildiler,yalnız bırakıldılar. 8) Türk Devrimi bağımsızlık savaşı verdi, Cumhuriyeti kurdu. 9) Ermeni teröristler yurt dışında İttihat ve Terakki yöneticilerini birer birer öldürdü. Teröristlerin arkasında İngilizler vardı. 10) İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yahudilerin yok edilmeye çalışılması soykırım suçu olarak tanımlandı. 11) 20. yüzyılın sonuna doğru emperyalist ülkeler tarafından Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı yolunda yalanlar üretildi. 12) 21. yüzyılda bu yalanlar bir kampanya haline getirildi. 13) Türklerin “soykırım coğrafyası” genişletildi. 14) Günümüzde bazı Batı ülkeleri Ermenilere Türklerin soykırım yapmadığını ve bunun bir yalan olduğunu söylemeyi yasakladı ve bunu suç saydı. 15) Batı dünyası düşünce ve ifade özgürlüğünün yasaklanmasında bir sorun görmedi. 16) Ermenilere soykırımı yapılmadığı söylemenin suç olduğu yönünde bir yasa çıkartan İsviçre’nin yasalarını çiğneyen Doğu Perinçek İsviçre tarafından mahkum edildi. 17) Buna Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde itiraz edildiğinde Doğu Perinçek haklı ve suçsuz bulundu. 18) Bugün sonuçlanmıştır, Türkler soykırımcı değildir, Ermeniler dahil hiç bir topluma soykırım uygulamamıştır. 19) AİHM sonul kararına göre, Ermeni soykırımı olmadığını söylemek suç olamaz, Türklerin soykırımcı olduğunu ileri sürmek hiç bir hukuki ve tarihi dayanağa sahip değildir. 20) Yüzyılları ve bugünü gözden geçirdiğimizde soykırımın sömürgeci ve emperyalist Batı dünyasının fıtratında olduğunu anlıyoruz. 1 Bunlar şimdi AİHM’in nihai kararının fikir özgürlüğü ile ilgili ve sınırlı olduğunu söyleyerek kararın özünü gözlerden saklamaya, etkisini azaltmaya çalışıyorlar. 2 Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, Bilgi Yayınevi, Ankara 1983, s. 238; Nurşen Mazıcı, Uluslararası Rekabette Ermeni Sorunu’nun Kökeni (1878-1920), Pozitif Yayınları, İstanbul 2007, s. 107. 3 Bu terim ilk olarak Mark Pinson’un yayımlanmamış doktora tezi olan “Demografic Warfare” (Harvard 1970) adlı çalışmasında kullanılmıştı (Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İstanbul 1985, s. 145, not 50). 4 “Mavi Kitap” terimi, İngiliz hükümet geleneğinde siyaset yönlendirmek ve propaganda yapılmak amacıyla yazılmış kitaplar için kullanılmaktadır. Örneğin, Marx, The People’s Paper dergisinde (5 Nisan 1856, no 205) çıkan “Kars’ın Düşüşü” başlıklı yazısında (Marx Engels, Doğu Sorunu (Türkiye), Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 701-710, 779), “dikkatle pişirilip kotarılmış”, “kısaltmalarla kötürümleştirilmiş”, “atlanmalarla sakatlanmış”, “tahriflerle yamanmış” Papers Relative to Military Affairs in Asiatic Turkey, and defense and Capitulation of Kars (“Asya Türkiyesindeki Askeri İşlere Ait Belgeler, ve Kars’ın Savunulması ve Teslimi”) adlı İngiliz Parlamentosu tarafından yayımlanmış olan bir “Mavi Kitap”tan (London 1856) söz etmekte, kitapta Kars’ın savunulmasının önlendiği bir sahtekarlığı açığa çıkarmakta ve sergilemektedir.Bilâl N. Şimşir, Osmanlı Ermenileri adlı kitabında “Türkiye Dizisi”ni oluşturan Mavi Kitapların 1861’den 1880’e kadar olanlarının (13 kitap) listesini vermiştir (Bilgi Yayınevi, Ankara 2011, s. 494). 5 “The Threatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916”, Documents Presented to Viscount Grey of Falladon by Viscount Bryce, Causton and Sons, London 1916. 6 Sir Mark Sykes (1879-1919), İngiltere’nin önemli bir diplomatıydı. 1916 yılında Rusya’nın onayıyla İngiltere ve Fransa’nın ortak hazırladığı Osmanlı topraklarının paylaşılmasını öngören gizli Sykes-Picot Anlaşmasının mimarıydı. Anlaşmayı Sovyetler Devrim sonrasında açıkladı, hem bu yüzden ve hem de Türk Kurtuluş Savaşının başarısı yüzünden Sykes-Picot geçersiz olacak, rafa kaldırılacaktı.Anadolu’da yıllarca dolaşan Sykes gezi notlarını, çalışmalarını ve değerlendirmelerini Through Five Turkish Provinces (“Beş Türk Vilayetinden”, 1900) ve The Caliph’s Last Heritage / A Short History of Turkish Empire (“Halifenin Son Mirası / Türk İmparatorluğunun Kısa Tarihi”, 1915) adlarıyla yayımlamıştı. The Clean Fighting Turk / Dar-Ul- Islam (1904) adlı bir kitabı daha vardır. 7 Örneğin, Through Five Türkish Provinces’den akt. Mim Kemal Öke, Uluslararası Boyutlarıyla Anadolu-Kafkasya Ekseninde Ermeni Sorunu, İz Yayıncılık, İstanbul 1996, s. 137. 8 İrlandalı tarihçi ve yurtsever Dr. Pat Walsh 2010 yılında İrlanda’nın Türkiye’ye Karşı Büyük Savaşı: 1914-1924 adlı bir kitap çıkardı (Athol Yayınevi). İrlanda Ulusal Hareketi’nin Atatürk’e sahip çıkması, İrlanda ve Türk kurtuluş mücadelelerinin benzerlikleri bakımlarından anlamlı olan kitapta Ermeni sorunu ve soykırım iddiaları da yer alıyor. İrlanda Cumhuriyeti’nin “Atatürk’ün açtığı yoldan kurulduğu”nu (s. 22) yazan Walsh, İngiltere’nin savaş politikalarını sergiliyor. Akt. Kağan Güner, Aydınlık, 28 Mart 2010.Pat Walsh, 2010 yılında İrlanda Cumhurbaşkanının Türkiye’yi ziyareti vesilesiyle hazırladığı Gelibolu kitabının da yazarı. Allen (1901-1973), 1920 yılında savaş muhabiri olarak Anadolu’ya gönderildi. 30’lu yıllardan sonra İngiltere’deki faşist hareketin öncü ve yöneticilerinden oldu. 1934’de James Drennan takma adıyla Oswald Mosley ve Britanya Faşizmi adında bir kitap yazdı (Mosley, İngiltere faşist partisinin başkanıydı). İngiliz gizli servisinin görevlisi olarak, iki dünya savaşı arasındaki dönemde Anadolu ve Kafkaslarda araştırmalar yaptı. 1943-48 yılları arasında Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliğinde Enformasyon Bürosu başkanıydı. “Türkiye aleyhindeki ilk raporları kaleme alan kişidir.” (Walsh; akt. Güner, aynı yerde) 9 Türkçesi için bkz. Türkiye – Bir Devletin Yeniden Doğuşu / I, II, III, Cumhuriyet, İstanbul 1999-2000. 10 Uluç Gürkan, Ermeni Sorununu Anlamak / Önyargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak, Destek Yayınevi, İstanbul 2011, s. 240 vd. 11 Uluç Gürkan, Malta Yargılaması / Özgün İngiliz Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014, s. 73. 12 Perinçek-İsviçre Davası / “Ermeni Soykırımı” Yalanı AİHM’de, Kaynak Yayınları, İstanbul 2012, s. 30. 13 Wellington House’da yapılanan, doğrudan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan ve gizli bir örgüt olan War Propaganda Bureau, o dönemde İngiltere tarafından “savaş propagandası” kapsamına giren çok sayıda kitap hazırlanmıştı. İtilaf devletlerini hedef alan bu yayınların hepsi zaten “Mavi Kitap”tı.Savaştan sonra Journal of Contemporary History adlı dergi, Mavi Kitapların yazdığı hiç bir şeyin doğru olmadığını kanıtlayacaktı. Toynbee’nin yazdığının yanı sıra, doğru olmayan yazılmış şeylere Almanların Belçika’da yaptığı ileri sürülen insanlık dışı kıyım da dahildi. Almanlara karşı ve onları kötü göstermek amacıyla örgütlenmiş ve faaliyet göstermiş propaganda bürosu için Türkler, sonradan özel ve esas çalışma alanı olmuştu. Yıllar sonra, çıkan (büyük bir olasılıkla çıkarılan) bir yangınla tamamen yanan Wellington House’daki bütün belgeler yok oldu (yok edildi). (Bkz. M.L. Sanders, Wellington House and British Propaganda During the First World War, The Historical Journal, XVIII, 1975; akt. Walsh) Wellington House’ın işi sonradan, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü olarak adlandırılmış Chatham House’a verilecekti. Chatham House, bugün İngiltere’nin önde gelen bir “düşünce kuruluşu”dur. Orta Doğu uzmanlığı ön plandadır. Benzeri propaganda faaliyetlerini karşı taraf da yapmaktaydı. Örneğin, Almanya, İslam ülkelerinde ve Hindistan’da İngiltere’ye Cihad açılmasını sağlamak için yerel dillerde hazırladığı broşürlerde bütün İngiliz ordularının dağıldığını, düşmanlarına teslim olduğunu, İngiliz kralının tahtını terk edip kaçtığını vb. yazıyordu (Peter Hopkirk, İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun, Sabah Kitapları, İstanbul 1995, s. 93-94). 14 1 Aralık 1921, Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 12, Kaynak Yayınları, İstanbul 2003, s. 121. 15 Mao Zedung, Seçme Eserler I, Aydınlık Yayınları, İstanbul 1976, s. 29.

Bunları da sevebilirsiniz