Dünyanın İnsanı İnsanın Dünyası

Doğrultup belimizi kaltığımızdan beri iki ayak üstüne,

kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu,

ve taşı yonttuğumuzdan beri

yıkan da, yaratan da biziz,

yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,

arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,

toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve plastikte.

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzde duran?

Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar.

Karaburun’da düzenlenen Ütopyalar Toplantılarının 21.’sinde «İnsanca” yaşam ütopyalarını konuşuyoruz. Aslında bu yılki toplantıda tartışılacak olacak konunun «İnsanca” olarak belirlenmesi çok anlamlı. Çok çok zaman önce bakteriler tarafından ele geçirilen gezegenimizde, bin yıllardır «homosaphiens” egemenliği sürmekte. Evrim devam ediyor. Ağır aksak ama emin adımlarla. Bizlerse, var olduğumuz ilk dönemlerden itibaren çok yol kat ettik. Ateş, tekerlek, yazı derken, dünyanın her köşesine imzamızı atmayı öğrendik. Asla tanık olmadığımız ama mirası üzerinde oturduğumuz o günlere geri dönüp baktığımızda, bazen gururla gözlerimiz ışıldıyor, bazense utanç ile başımız önümüze eğiliyor. Biz, insan, vahşi doğanın hayvanlarını evcilleştirdik, toprağı ehlileştirdik, tarım yapmayı öğrendik. İhtiyacımızdan fazlasını ürettik, türümüzün devamını kolaylaştırdık Merak ettik, araştırdık, dünyamızın parçası olduğu büyük evreni, gözledik. Bugün hala öğrenmeye ve üretmeye devam ediyoruz. Aya ilk defa bir insanın ayak basmasının üzerinden yarım asır geçti. Bugün Mars’a seyahatten bahsediliyor. Öte yandan, biz, insan, bize benzemeyen kardeşimizi köleleştirdik. Onların acımasızca birbirini katletmesini izledik, zevk aldık. Uzak yerlere gittik. O uzak yerlerin, ev sahiplerini yok ettik. Bugün yıkmaya, yok etmeye, şiddete devam ediyoruz. İşçilerimiz boğaz tokuluğuna ama «buna şükür” sömürülüyor. Devletler hem kendi vatandaşlarına hem de uzak ülkelerin vatandaşlarına sistematik terör uyguluyor. Ve daha nicesi…

Evet biz, insanız ve Nazım’ın dediği gibi «yıkan da yaratan da biziz.” «İnsanca” dediğimizde ise, söylemeye çalıştığımız, geçmişini ve geleceğini düşünebilen, üzüldüğünde ağlayabilen, sevindiğinde kahkahalarıyla gülebilen, öz farkındalığı ve bilinci olan, hem gezegenimizin, hem de gelecek nesillerin sorumluluğunu alabilecek potansiyele sahip, bu anlamda diğer canlılardan farklılaşan bir varlık olarak insanın, bu biricik özelliklerinin hakkını vererek, kendisine yakışan bir yaşam sürmesi. Bugün hala yıkmaya ve yaratmaya devam ediyoruz. Ama binyıllar sonra ulaştığımız potansiyele görece, artık yıktıklarımız yaptıklarımızın önüne geçiyor sanki. İnsanın, kendince yaşamı, yani insanın insanca yaşamı, giderek daha da büyük bir ütopyaya dönüşüyor. O mucizevi varlığın, insanın insana ettiğini hiçbir şey yapmıyor. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 2 sene önce Haziran’da onlarca gencimiz polis şiddetine kurban gitti. Kimi ölesiye… Gencecik, pırıl pırıl bir insan, Özgecan bir cani yaratık tarafından acımasızca öldürüldü. ABD ne uğruna, petrol, para ve iktidar uğruna Irak’ta milyonların ölmesine neden oldu. IŞİD yanıbaşımızda, onlarca kafa kesiyor, üstüne üstlük gururla yayınlıyor bunları. Söylerken bir çırpıda çıkıyor insanın ağzından ama düşününce inanılmaz cidden. Adamlar kafa kesiyor. Ne uğruna, hiç. Hiç uğruna.

Dünya üzerinde başat olan bu vahşetin geçmişte ve günümüzde en önemli nedenlerinin başında kuşkusuz ki, sosyo-ekonomik sistemler bulunuyor. Bu ezici, sosyo-ekonomik sistemin günümüzdeki adı ise, basitçe emperyalizm olarak belirtilebilir. Feodalizm ve kapitalizmde olduğu gibi, emperyalizm de tarihsel bir kavramdır. Kabaca özetleyecek olursak, feodalizmin hakim sınıfı aristokrasidir. Öznesi krallar, padişahlar, sultanlar ve onların etrafında kümelenmiş aristokrasinin çeşitli gruplarıdır. Kısaca saray ve çevresi denebilir. Kapitalizmin hakim sınıfı burjuvazidir. Öznesi burjuva devletidir. Devlet aygıtı burjuvazi tarafından kullanılır. Kapitalizm, burjuvazinin halkın tamamına karşı diktatörlüğüdür. Emperyalizmin hakim sınıfı ise mali sermayedir. Mali sermaye derken tefecileri, bankaları, bankalarla ilişkili sigorta şirketlerini kastediyoruz. Kapitalizmden farklı olarak emperyalist sistemde, üretici sermayenin de üstüne çıkan bir sermaye grubu olan mali sermaye egemendir. Emperyalizmin öznesi ise yine bunların egemenliğindeki devletlerdir. Devlet aygıtını ise bu sefer uluslararası tekeller, ´ulus-ötesi şirketler´, tefeciler kullanır. Sömürülen ülkelerin devlet aygıtı ise bu tekeller ve onlarla işbirliği yapan ´yerli´ sermaye gruplarının emrindedir. İşbirlikçi anlamında bu sermaye gruplarına komprador sermaye de denilebilir.

Emperyalist sistemin, kapitalizmi de aşan bir sömürü sistemi olduğu, kapitalizmden farklı olarak, çok ciddi rıza mekanizmaları da oluşturan, bu sebeple sistemin kendisini tekrar tekrar yeniden yaratmasına olanak tanıyan bir sistem olduğu söylenebilir. Bu bağlamda kabaca, kitleler sömürülmekte, sömürüldüğünün farkında olmamanın ötesinde, kendisini sömüren sisteme karşı vefa duymakta ve sömürüldüğü sistemin varlığını sürdürmesi için kraldan çok kralcı olmaktadır. Emperyalizmin 1970’lerdeki neoliberalleşme dalgaları ve «küreselleşme” sonrasında, çok daha geniş ölçekli mekanizmalar ile meşruluk sağladığı aşikardır. Ancak, aşağıda ifade edilmeye çalışılacağı üzere, dünya üzerindeki eşitsizlikler, adaletsizlikler, çarpıklıklar ve olumsuz ne varsa, benzer mekanizmalar sayesinde açığa da çıkmaktadır.

BM İnsani Kalkınma Endeksi, 2014’te hazırladığı raporunda, dünya üzerindeki eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri göz önüne sermekte. Burada biraz sayılara boğulmanın riskleri ile karşı karşıya olacağız. Bu istatistikler nitel unsurları dışlasa da nicel unsurların durumun vahametini ortaya koymak açısından yeterli olduğunu belirtebiliriz.

Yoksulluk verileri ile başlayabiliriz, klasik yoksulluk ölçütleri genellikle gelir ya da tüketime dayanmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, 104 «gelişmekte olan” ülkede günlük 1.25 doların altında gelire sahip olan toplam 1.2 milyar kişi bulunmaktadır. Basit bir hesap yapacak olursak, dünyada en az 1.2 milyar kişi aylık 97 tl’den daha az gelire sahip. Günlük geliri 1.25 ile 2.5 dolar arasında olan ise, yaklaşık 1.5 milyar insan var. Yani bu 1.5 milyar insan, ayda en fazla 200 tl ile yaşıyor. Ancak, yoksulluk yalnızca gelir üzerinden değil de çok boyutlu olarak tanımlandığında tablo kötüleşiyor. Kötü sağlık ve beslenme koşulları, eksik ve kötü eğitim koşulları ve yaşam standartlarının düşüklüğü esas alındığında, 2.2 milyar kişinin yoksulluk sınırında ya da bu sınırın altında yaşadığı görülüyor.

İşsizliğe bakıldığında, uluslararası literatürde yaygın kullanıma sahip olduğu şekliyle «gelişmekte olan ülkelerde”, ekonomik tablo oldukça iç karartıcı. Ancak, literatürde «gelişmiş ülkeler” olarak geçen ya da kısaca «Batı” olarak adlandırılabilecek olan ülkelerde de ekonomik bunalım oldukça üst seviyede. Örneğin, 2008’de patlak veren uluslararası ekonomik krizden yoğun olarak etkilenen Fransa’da işsizlik oranı 2014 verilerine göre, %11, İtalya’da %12.5, İspanya ve Yunanistan’da yaklaşık %28. İspanya’da genç işsizliği ise, %60 civarında. Rakamlar gerçekten inanılmaz.

Dünya üzerindeki gelir adaletsizliğine bakıldığında ise, durum daha da vahim gözüküyor. Dünyanın 85 zengin insanı, 3.5 milyar yoksul insanın toplam varlığını tek başına ellerinde bulunduruyor. Dünya nüfusunun, en yoksul kesimini oluşturan, üçte ikisi, dünyada toplam gelirin %13’ünden daha azına sahipken, en zengin kesimini oluşturan %1’i dünyadaki toplam gelirin %15’ine sahip. Gelirin yanısıra, varlıklar/servet (wealth) dikkate alındığında tablo değişmiyor: Dünya varlıklarının yaklaşık yarısı, en zengin %1’e ait. Ayrıca, 1990-2010 yılları arasında gelişmekte olan ülkelerde, gelir eşitsizliği %11 oranında artış göstermiş. Küreselleşme, işgücü piyasalarının düzensizleştirilmesi, teknolojik gelişmeler, makroekonomik politikasızlık şüphesiz ki bu adaletsizliği besliyor.

Finansal istikrarsızlık da çağımızın çarpıcı sorunlarından bir tanesi, BM verilerine göre genel sermaye kontrolünün egemen olduğu 1950-1980 yılları arasında finansal krizlerin nadiren görüldüğü ancak, sermaye piyasası bütünleştikçe ve liberalleştikçe finansal krizlerin yoğunlaştığı belirtiliyor. 1990’lardaki İskandinav krizi, 1997 Asya Krizi ve son ekonomik kriz buna örnek olarak gösteriliyor. Dünya üzerindeki en yoksul ülkeler, uluslararası ekonomik pazara tam eklemlenmiş olmadığı için bu finansal krizlerden doğrudan etkilenmeseler de, ihraç mallarına dış talebin azalması gibi ikincil etkenler üzerinden oldukça etkilendikleri belirtilebilir.

Besin fiyatları açısından da tablo karanlık. 1960-90 yılları arasında, teknolojik gelişmelere koşut olarak talepten fazla üretim olanaklı olduğundan gıda fiyatları, düşüş eğiliminde idi. Ancak 1990’lardan itibaren gıda fiyatları yükselme eğilimine girdi. Bunda nüfus artışı ve gelişmekte olan ülkelerde, atran gelir miktarının talebi yükseltmesinin yanısıra, petrole olan talebin artmasının da payı bulunuyor. Bunlara ek olarak, toprağa dayalı olan bitkisel ve hayvansal üretimin, erozyon, çölleşme ve daha geniş anlamda iklim değişiminden etkilenmesi ve kar marjının düşük olması nedeniyle, tarım sektörüne yeterli yatırımın yapılmaması gıda fiyatlarındaki artıştan sorumlu tutulabilir.

Ekonomik verilerden biraz uzaklaşıp toplumsal adaletsizliğe baktığımızda, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çarpıcı olduğu görülüyor. Dünya üzerinde kadınların, eğitimden sağlığa, iş bulmadan, aile yaşantısına kadar bir çok alanda ayrımcılığa uğradığı, dışlandığı, hatta fiziksel ve sözlü tacize maruz kaldığı ortada. İnsani Gelişme İndeksine göre, dünya genelinde kadınlar erkeklerden %8 oranında daha düşük bir gelişmişlik seviyesinde. Bu fark, bazı bölgelerde dramatik olarak daha yüksek. Örneğin, farkın en yüksek olduğu bölge olan Güney Asya’da kadın gelişmişlik oranı ile erkek gelişmişlik oranı arasındaki fark %17. Dünya genelinde en yüksek gelişmişlik seviyesine sahip olan ülkeler arasında ise, bu fark en iyi ihtimalle %3’e kadar düşüyor. Kadınlar siyasal temsil açısından da erkeklerin hayli gerisinde. Dünya ortalamasına bakıldığında, kadınların ulusal meclislerde temsil oranı %21. Bu oran, Arap ülkelerinde %14 civarında seyrediyor. Kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlik, eğitim ve çalışma alanlarında da kendisini gösteriyor. 25 ve üstü yaş gurupları dikkate alındığında ilkokul sonrası eğitime sahip olan erkekler dünya ortalamasına göre, %67 iken, kadınlarda bu oran %60. Benzer şekilde, dünya ortalamasına göre, erkeklerin işgücüne katılım oranı %77 iken; kadınlarda bu oran, %51’e düşüyor. Arap ülkelerinde ise, rakamlar daha karamsar. Bu ülkelerde kadınlar, yalnızca % 25 oranında işgücüne katılmakta.

Çevresel unsurlar dikkate alındığında da «insan”ın karnesi oldukça kötü. BM İnsani Gelişme İndeksine dahil olan «gelişmekte” 140 ülkenin ekolojik persormansı temel alındığında 85 ülkenin performansının dünyanın taşıma kapasitesinin çok altında olduğu görülüyor. Dünyadaki toplam 180 ülkeden, 90 tanesinin karbondiyoksid emisyonu, küresel sürdürülebilirlik eşiğinin çok üzerinde. Benzer şekilde, dünyada 1901-1910 yılları arasında kaydedilmiş 82 doğal afet bulunurken, 2003 ve 2012 arasında 4000 tane doğal afet kaydedilmiştir. 1900’lerin başlarından 2000’lere, kayıt ve gözlem koşullarında önemli bir iyileşme olduğu gözden kaçırılamayacaksa da, yaşanan doğal afetlerin sayısında dramatik bir artış olduğu da ortadadır.

Yukarıda çizilen karanlık tablonun tek mimarının emperyalist sistem ve politikalar olduğu iddia edilemeyecekse, en azından büyük kısmının bu sosyo-ekonomik yapıdan kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bütün bir dünya nüfusunu besleyebilecek ham kaynak kısıtlı olsa da, insanlık, kaynakların verimli kullanımı ve herkese yeterli hale getirilebilmesi için gerekli bütün bilgiye ve teknolojiye sahiptir. Hastalıklardan korunacak, ölümcül hastalıkları büyük ölçüde önleyebilecek sağlık bilgisi ve teknolojisine, insan sahiptir. Dünya üzerindeki her bir bireyin aydınlanması, eğitilmesi, sanatsal ve kültürel etkinliklerde bir şekilde yer alabilmesi için insanlığın önünde hiçbir gerçek engel bulunmamaktadır. Böyle bir dünyada açlıktan susuzluktan bahsediyor oluşumuz, dünya nüfusunun yarısı kadarının açlık ve yoksulluk çekiyor olması ortaçağ hastalıklarından kayıplar veriyor oluşumuz, kontrolsüz üreme gibi sorunlarla cebelleşiyor oluşumuz, eğitimsizlik nedeniyle insanların karanlıklara mahkum edilmesi ve bu sistemin istemli ya da istemsiz olarak kölesi haline gelmesi, bütün insanlığın utancıdır. Bundan zerrece utanmayanlar ise, gözünü para, kar ve güç bürümüş olanlardır. Bunlara isterseniz, emperyalist sınıflar, çok uluslu şirketler ya da emperyalist devletler diyelim, hepsi hemen hemen aynı çıkara hizmet etmekte ve dünyayı da insanları da koca bir insanlığı da yok olmaya mahkum bırakmaktadırlar. Oysa Nazım’ın da dediği gibi:

Ekmek hepimize yetmiyor,

Kitap da yetmiyor.

Ama keder dilediğin kadar, yorgunluk da göz alabildiğine,

Hürriyet hepimize yetmiyor,

hürriyet hepimize yetebilir.

Sevda kederi, hastalık kederi, ayrılık kederi ve kocalmak kederinden gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.

Kitap hepimize yetebilir,

Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz. …

Emperyalizm, denildiğinde akla ilk gelen günümüzde ABD ve onun yancılarıdır. Bu devletlerin dünya üzerinde hem ekonomik, askeri, siyasi hem de kültürel ve teknolojik anlamda diğer devletlere görece üstünlükleri bulunmakla birlikte, dünya üzerinde özellikle ekonomik, askeri ve siyasi olarak bu devletlere kafa tutabilen bazı oluşumlar bulunmaktadır. Çin’in ekonomik atılımı, Ortadoğu’da İran-Rusya-Suriye ittifakı. BMGK’da Çin-Rusya ittifakı. NATO’ya karşı BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü. Latin Amerika’da Bolivarcı İttifak ALBA Ayrıca, uluslararası ekonomik kriz ile dünya üzerinde birçok yerde etki gösteren işgal et eylemleri, küreselleşme karşıtı eylemler dünyanın geleceği açısından umut verir niteliktedir.

Ancak özellikle Brezilya, Hindistan, Çin, Rusya ve Güney Afrika’ya (BRICS) odaklanan «bölgesel güç” literatürüne kuşku ile yaklaşılması gerektiği belirtilebilir. Şüphesiz ki, ABD emperyalizminin sekteye uğratıldığı her cephe insanlık için bir kazanımdır. Bu sebeple, dünya üzerinde, ABD üzerinde somutlaşan ancak basitçe emperyalist çıkarlara hizmet etmeyen işbirlikleri değerlidir. Ancak, bu devletlerin somut durumları emperyalizmden sonrasına yönelik umutlu olmak için daha erken olduğunu göstermektedir. Birkaç küçük örnek kolaylıkla verilebilir.

Yükselişte olan bölgesel güç olarak görülen devletlerin başında gelen devletlerde, iç istikrar bakımından ayrılıkçı mikro-milliyetçi hareketler, ekonomik gelişmenin ve gelirin ülke içindeki dengesiz dağılımı gibi çeşitli sorunları bulunmaktadır. Örneğin, Çin’in sınır bölgelerini oluşturan Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’daki ayrılıkçı hareketler hem ülkenin iç istikrarını bozmakta, hem de bu bölgelerin değerli doğal kaynaklara sahip olması Çin açısından etnik sorunların aynı zamanda sınır sorunu olması sonucunu doğurmaktadır (Çolakoğlu, s.39). Çin’de güneydoğu sahil kesimindeki Guangdong, Shanghai, Jiangsu, ve Zejiang gibi bölgeler diğer bölgelerden ekonomik olarak çok daha hızlı büyümekte ve iç bölgelere nazaran çok daha hızlı kalkınmaktadır (Xiong, s.3.). Çin’de yaklaşık 100 milyon kişi yoksuldur ve bunların büyük çoğunluğu etnik azınlık bölgelerinde yaşamaktadır. Ancak, 1979’dan beri 500 milyon kişi yoksulluktan kurtulmuştur («UNDP Country Programme Document for the People’s Republic of China (2011-2015)”, s.2).

Brezilya’da toplam nüfusun %8.5’ini oluşturan yaklaşık 16.2 milyon kişi yoksulluk sınırındadır ve yoksulluk sınırındakilerin %59’u ülkenin en geri kalmış bölgesi olan Kuzeydoğu Brezilya’da yaşamaktadır («Brazil Launches Scheme to Lift Millions Out of Poverty”, BBC). Hindistan’da toplam nüfusun yaklaşık %90’ı kayıt dışı istihdam edilmektedir ve kırsal nüfusun %41.8’i ülkenin yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Rusya’da ise yoksulluk oranlarının diğer üç ülkeye nazaran daha iyi konumda olduğu belirtilmelidir. Uluslararası yoksulluk sınırı olan günlük 1 doların altında gelire sahip nüfusun toplam nüfusa oranı %0.04’tür ve diğer üç devletin aksine yoksul nüfusun %42’si kırsalda yaşarken, % 58’i şehirlerde yaşamaktadır (Millennium Development Goals in Russia: Looking into the Future”, ss 29-33). Ancak, özellikle, SSCB’nin dağılmasından sonra, siyasi-idari yapının sorgulanmasının da etkisiyle Rusya’da da Çeçen hareketi gibi ayrılıkçı hareketler baş göstermiş ve bu durum iç istikrar üzerinde olumsuz etki yapmıştır (Atasoy, s.86).

Görülüyor ki, insanın dünyasında tablo oldukça karanlık. Dünya üzerinde hiç de azımsanmayacak çoklukta insan, insanca bir yaşamın çok uzağında. Oysa «her şey, çok daha farklı olabilirdi” demekten başka yapılabilecek çok şey var. Gerçekçi olup imkansızı istemeliyiz. Ve Nazım’ın çağrısına kulak vermeliyiz:

İnsanlar sizi çağırıyorum,

Kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,

Buğdağ tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,

Üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için,

Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,

Günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların

Çocukların avuçlarında yeşerecekler…

Kaynaklar

– Selçuk, Çolakoğlu. «11 Eylül Sonrası Değişen Dengeler ve Çin’in Orta Asya Politikası” Usak Gündem, Cilt.1, Sayı.2, (2006), s.39.

– Xiong, Yonggen. «Rethinking Education, National Security and Social Stability in China”, Security Implications of Economic and Cultural Trends Conference, (Hawai: 17-19 Nisan 2001), s.3.
– «UNDP Country Programme Document for the People’s Republic of China (2011-2015)”, UNDP, s.2. [http://www.undp.org.cn/downloads/keydocs/CPD-CPR_2011-2015.pdf], (Erişim Tarihi: 1 Haziran 2011).
– «Brazil Launches Scheme to Lift Millions Out of Poverty” BBC News, (2 Haziran 2011), [http://www.bbc.co.uk/news/world-latin-america-13626951], (Erişim Tarihi: 2 Haziran 2011).
– http://www.undp.org.in/whatwedo/poverty_reduction, (Erişim Tarihi: 1 Haziran 2011).
– «Millennium Development Goals in Russia: Looking into the Future”, UNDP, National Human Development Report in the Russian Federation 2010, Moskova, (2010), ss.29-33.
– Atasoy, Emin. «Rusya Federasyonu Sınırları İçinde Yer Alan Özerk Cumhuriyetlerin Etnocoğrafya Işığında Değerlendirilmesi”, Turkish Studies, Cilt.3, Sayı.7, (Sonbahar 2008), s.86.

– Selçuk, Çolakoğlu. «11 Eylül Sonrası Değişen Dengeler ve Çin’in Orta Asya Politikası” Usak Gündem, Cilt.1, Sayı.2, (2006), s.39.

– Xiong, Yonggen. «Rethinking Education, National Security and Social Stability in China”, Security Implications of Economic and Cultural Trends Conference, (Hawai: 17-19 Nisan 2001), s.3.

– «UNDP Country Programme Document for the People’s Republic of China (2011-2015)”, UNDP, s.2. [http://www.undp.org.cn/downloads/keydocs/CPD-CPR_2011-2015.pdf], (Erişim Tarihi: 1 Haziran 2011).

– «Brazil Launches Scheme to Lift Millions Out of Poverty” BBC News, (2 Haziran 2011), [http://www.bbc.co.uk/news/world-latin-america-13626951], (Erişim Tarihi: 2 Haziran 2011).

– http://www.undp.org.in/whatwedo/poverty_reduction, (Erişim Tarihi: 1 Haziran 2011).

– «Millennium Development Goals in Russia: Looking into the Future”, UNDP, National Human Development Report in the Russian Federation 2010, Moskova, (2010), ss.29-33.

– Atasoy, Emin. «Rusya Federasyonu Sınırları İçinde Yer Alan Özerk Cumhuriyetlerin Etnocoğrafya Işığında Değerlendirilmesi”, Turkish Studies, Cilt.3, Sayı.7, (Sonbahar 2008), s.86.

Bunları da sevebilirsiniz