Felsefe Düşünerek Yapılır

Dil ve düşünce ilişkisi her yüzyılda her akım içerisinde ve hemen her paradigmatik atılım döneminde sorgulanır ve yeniden ele alınır. Ancak dil ve düşünce arasında ayrıştırılması çok güç bir paralelliğin bulunduğu herkesin kabulüdür. Esasında çağdaş bulgular dil ve düşüncenin arasındaki ilişkinin «ifade edilen” ile «ifade” arasındaki ilişkiden çok daha derin ve ayrıştırılamaz olduğuna işaret etmektedir.

Gelgelelim ülkemizde düşünülenle söylenen arasındaki ilişkiyi gelişigüzel şekilde tarif etme çabaları bir türlü bitmek bilmiyor. En son Tayip Erdoğan, birkaç yıl öncesinde kendi yaptığı açıklamaları unuturcasına, «Türkçe’yle felsefe yapılamaz” diye buyurdu. Türkçe’nin alternatifi olarak da «Osmanlıca”yı felsefe dili olarak sundu.

Türkçe’nin Selçuklu ve Osmanlı baskısı altında olduğu yaklaşık bin yıllık bir geçmişe karşın Türk insanının tüm duygu ve düşüncelerini aktardığını düşünürsek bu sözlerle ya felsefenin düşüncenin dışında anlatılamaz bir bölümü içerdiğini veya düpedüz saçmaladığımızı belirtmiş oluruz.

Doğrudur, kimi filozoflar anlatılamaz durumlar olduğunu ve felsefenin bu konuda susması gerektiğini söylemiştir. Ancak bu «susma” eylemi Türkçe susup İngilizce konuşmayı değil olası tüm dillerde susmayı içermektedir. Dolayısıyla, Erdoğan’ın sözlerini bazı entel dostların yaptığı gibi Wittgenstein’a, Gazali’ye veya Platon’a dayandırarak aklama çabaları boşa çıkmaktadır.

Gelelim Türkçe feslefe yapma ve Türkçe felsefe pratiğimize. Türk felsefe tarihine bakıldığında Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinin arasındaki en Osmanlı lehine kıyaslamada bile (cumhuriyetin ilk 20-30 yılını bile alsak) felsefenin Osmanlıca veya Türkçe’den birinde yapılmasının karşılaştırılmasının da ötesinde esasen Türkçe’de yapılacağını görmüş oluruz.

Osmanlıca x Türkçe

Her iki dilin de felsefe alanındaki işlerliğini karşılaştırmanın en doğrudan yolu birbirine yakın tarihlerdeki felsefi ürünleri karşılaştırmaktır. Dil devrimini bir dönemeç sayarsak devrim öncesi dönemin filozoflarından Ahmet Mithat «Dağarcık” dergisindeki yazılarında, Ali Suavi kendi gazetesi olan «Ulum” (Bilimler)’de yayımlanan düşünce tarihini konu edinen yazı dizisinde her ne kadar Osmanlıca da yazsalar dilde sadeleşmeyi savunduklarından Osmanlıca lehine birer örnek sayılmaları hayli güçtür. Fakat, diyelim ki bu kişilerin yaptığı felsefe Osmanlıca felsefi ürünlere örnek teşkil etmektedir. Her ikisinin de yaptığı filozofluktan (Prof. Dr. Betül Çotuksöken’in deyimiyle kavram yaratma ve onu işler kılma etkinliğinden) çok felsefe öğretmenliğidir. Hiç kuşkusuz, felsefe öğretmenliği oldukça gerekli ve felsefi uğraşı yaygınlaştıran ve hazırlayan bir uğraştır. Ancak «felsefe yapma” etkinliği ile felsefe öğretmenliği arasında da bir ayrım yapmak gerektiği açıktır. Çotuksöken’in ayrımı benimsediğimizde kavram yaratma açısından cumhuriyetimizin ilk yıllarında ve onu önceleyen yıllarda üretilen felsefe konulu metinler başarısızdır.

Feylesof Rıza Tevfik ve Dr. Abdullah Cevdet’e baktığımızdaysa Fransız pozitivist ekolünden birebir aktarmanın ve bu ekolün kullandığı kavramları topraklarımızdaki kimi olaylara uygulamanın dışında kayda değer bir felsefe üretimleri olmamıştır. Yaptıkları felsefeden ziyade Fransız pozitivist ekolünü bir sosyologmuşcasına genel geçer yargılarla Türkiye’de olaylara uyarlamaktır.

Türkçe’de ise Jön Türklerden Cumhuriyet’e dek süren halkçı ve dilde sadeleşmeci eğilimler nedeniyle felsefe üretimi Cumhuriyet öncesinde Osmanlıca denetiminden çıkmaya başlamıştı. Cumhuriyetin ardından okullara felsefe derslerinin eklenmesi ve özellikle 1934 yılında derslere yardımcı kitaplar olarak yayınlanan filozoflar dizisi halkın felsefeye olan ilgisini arttırdı. Bu sürece eşlik edecek şekilde Ankara DTCF’nin kurulması, 1933 Üniversite Reformu ve Nazi Faşizminden kaçan Musevi bilim insanlarının cumhuriyetin üniversitelerine kazanılmasıyla birlikte Türkçe felsefe üretimi hepten arttı.

Takiyeddin Mengüşoğlu, Macit Gökberk, Hilmi Ziya Ülken, Hasan Ali Yücel gibi filozoflarımızın yanı sıra bir sonraki kuşağın temsilcileri Bedia Akarsu, H. Suphi Tanrıöver, İ. Hakkı Baltacıoğlu, Nermi Uygur, İsmail Tunalı ve daha niceleri «felsefe yapılamaz” dille felsefe yaptılar. Bu türden özgün felsefe çalışmalarına ek olarak Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde başlatılan Tercüme Bürosu’nun faaliyetleri sonucunda Batı klasikleri ve düşün ürünleri Türkçe’ye kazandırıldı. Türkçe felsefenin gelişiminde bu türden çeviri faaliyetleri oldukça etkili oldu. Özellikle Nusret Hızır’ın, Vehbi Hacıkadiroğlu’nun, Oruç Aruoba’nın modern Batı dillerinden; Azra Erhat, Saffet Babür, Betül Çotuksöken, Çiğdem Dürüşken’in bugüne dek sürdürdüğü antik dillerden yaptıkları çeviriler Türkçe felsefenin gelişiminin önünü açmıştır.

Felsefenin dünyada nasıl geliştiğini bilmeyenler için bu yazılanların bir anlamı olmayabilir. Kısaca özetlersek, dünyanın çeşitli yerlerinden felsefe şu etmenlerin sonucunda gelişmiştir:

a) Eski kültürel ve düşünsel ürünlerin çevrilerek felsefe yapılacak dilde dolaşıma sokulması

b) Ülke içi ve dışı ticaretin artmasıyla yaratılan düşünsel tartışma ve paylaşım ortamının sağlanması

c) Felsefe ve bilimle uğraşanların emek-zamanlarını bütünüyle düşünsel ürünler vermeye ayıracak şekilde profesyonelleşmelerinin sağlanması

d) Siyasal özgürlüğün gelişebileceği toplumsal koşulların oluşması

Bu etmenlerin oluşumuna baktığımızda Türkiye tarihinde tüm bunların biraraya geldiği tarihsel dönemin Cumhuriyetin ilk 50 yılına (Demokrat Parti iktidarını dışarıda bırakmak koşuluyla) denk düştüğünü görebiliyoruz.

Pratik en büyük ölçüt

Türkçe’de felsefe yapmanın olanaklılığını ortaya koymanın en kolay ve tartışma götürmez yolu felsefe yapma pratiğine bakmaktır. Bugün yabancı hakemli dergilerde yayın yapan Türk filozoflar düşüncelerini Türkçe’de de dile getirebilmektedir, dile getirilmesi zor kavramları Osmanlıca’da da dile getirememektedir.

– Türkçe’de yayımlanan felsefe sözlüklerinde yabancı dergilerde yayın yapan Türk filozoflarının katkısını Türkçe görmek mümkündür.

– Teknik terimlerinin kullanım sıklığı bir hayli yüksek olan dil felsefesi alanında ulusal ve uluslararası üretim yapan Prof. Dr. İlhan İnan, bilgikuramı (epistemoloji) gibi soyutlama düzeyi oldukça yüksek bir alanda Prof. Dr. Murat Baç, mantık ve metafizik alanlarında Doç. Dr. Tarık Necati Ilgıcıoğlu, Doç. Dr. İskender Taşdelen gibi filozoflarımız Açık Öğretim Fakültesi’nce yayımlanan Türkçe felsefe kitapları kaleme almaktadır.

– Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin başkanlık ettiği Türkiye Felsefe Kurumu lise düzeyinden başlayarak felsefe üretimi konusunda halkı da seferber eden projelere imza atıp hayli çetrefilli bir dil kullanan Immanuel Kant, Nicolai Hartmann gibi filozofların eserlerini çevirmektedir.

Felsefe Tartışmaları, Kaygı, Yeditepe’de Felsefe, FLSF Dergisi, Felsefe Dünyası, Kutadgu Bilig, Özne gibi hakemli felsefe dergileriyle sürekli olarak yayın faaliyetini sürdüren bir felsefe yayın dünyamız bulunmaktadır.

– Gottlob Frege (Aritmetiğin Temelleri, çev. Bülent Gözkan, Yapı Kredi Yayınları), Hegel (çevirmeni Aziz Yardımlı), Kant (çevirmenleri Aziz Yardımlı, İoanna Kuçuradi, Harun Tepe başta olmak üzere daha başka pek çok kişi), Aristoteles (Saffet Babür, Ahmet Arslan, Yasin Gurur Sev), Wittgenstein (Tractatus Logico-Philosophicus, çev. Oruç Aruoba, Yapı Kredi Yayınları), Descartes (çevirmenleri Aziz Yardımlı ve Çiğdem Dürüşken başta olmak üzere) gibi filozoflar başka pek çok dildeki çevirilerinin niteliğinin gölgesinde kalmayacak şekilde çevrilebilmektedir. Bu felsefenin terimlerinin ve içeriğinin Türkçe ifade edilebildiğinin en önemli kanıtıdır.

Tüm bu pratikler ortadayken ve Osmanlıca’da bunun uzağından geçebilecek başarılar yokken tutup da Türkçe’ye kabahat bulmak en hafif deyimle cehalettir. Türkçe felsefe dünyasının eksikleri vardır. Ancak bunu yaptığı en doğru şey olan «Türkçe felsefe yapma” pratiğine yıkarak gerçeklerden kaçmak hafifliktir.

Türkçe’nin felsefeye yeteneksiz olduğunu söylemek Türk insanının düşünce dünyasına bir hakarettir. Sorun Türk insanınına düşünmeyi yasaklamaya kalkan, onu felsefeden ve dilinin olanaklarından kopartıp başka dillere mecbur bırakan siyasal iktidarlardadır. Yoksa, pekala biliyoruz ki bir gün gelir dili halkın ocağına uyduranlar felsefeyi de sofraya koyar. İşte o zaman Türkçe’nin gücünü göreceğiz!

Bunları da sevebilirsiniz