Kavramlarla Politik Dünya: Uluslararası Terörizm

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, uluslararası gündemi hayli meşgul etmeye başlayan, 11 Eylül 2001’deki saldırılardan sonra ise artan bir önemle gündemin ilk sıralarına yerleşen ve son günlerde başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu devletlerinin odak noktası haline gelen uluslararası terörizm bu ayki yazımızın konusunu oluşturacaktır.

Uluslararası terörizm konusunda uluslararası ilişkiler disiplininde kabarık bir literatür bulunmakla birlikte, uluslararası terörizm, tanımında dahi üzerinde uzlaşının sağlanamadığı tartışmalı bir kavramdır. Kavramın tartışmalı olması, uluslararası düzlemi ilgilendiren bazı olay ve olguların, çıkarları çatışan bazı aktörler tarafından ve bu aktörlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde kavramsallaştırılmaya çalışılmasının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Uluslararası terörizmin ne olduğu, teröristlerin kimler olduğu ve uluslararası terörizmle nasıl ve kimler ile mücadele edileceği sorunsalını da akıllara getirdiği için, «haklı savaş”, «haydut devlet”, «kendi kaderini tayin hakkı” «meşru güç kullanımı”, «devlet terörizmi” gibi ilişkili kavramların da konuya dahlini beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla uluslararası terörizmin nedenlerinin ve motivasyon kaynaklarının ne olduğunun, finansmanının kimler tarafından ve nasıl sağlandığının, faillerinin ve madurlarının kimler olduğunun, nasıl meşrulaştırılmaya çalışıldığının, nasıl mücadele edilebileceğinin, mevcut mücadele yöntemlerinin ve bu yöntemlerin terörizmin kendisi ile birlikte nelere sebep olduğunun tespit edilmesinin karmaşık olduğunun kabul edilmesi gerekir.

Günümüzde, dünya barışını en fazla tehdit eden konulardan birisi olarak görülen uluslararası terörizm genel olarak, «birden fazla devleti etkileyen siyasi saikli şiddetin, zorlayıcılık amacıyla devlet dışı gruplar tarafından tekrar eden biçimde kullanımı” şeklinde tanımlanabilir. Ancak bu tanımın dahi bazı açılardan tartışmaya açık olduğu aşikardır. Uluslararası terörizmi bireysel şiddet eylemlerinden ayıran yönü, mutlaka siyasi bir amaca yönelik olması ve bir devletin sınırları içinde şekillenip başka bir ülkeye yönelik olmasıdır. Bu bağlamda, bir terörist eylemin uluslararası sayılabilmesi için birden fazla devletin hükümet, vatandaş ya da topraklarını ilgilendiriyor olması gerekir.

Sözcük anlamı korku olan terörün, çeşitli amaçların elde edilmesi için uygulanan yeni bir strateji olmadığı, köklerinin Roma İmparatorluğuna kadar dayandırılabileceği söylenilebilir. Buna rağmen, insani olan tüm olgular gibi terör de durağan değil, aksine devingendir. İnsanların üretim şekilleri değiştikçe bununla ilişkili olarak şekillenen üst yapıya ve üretim şekillerine verdikleri tepkiler de değişmiştir. Bu açıdan bakıldığında, günümüzde terör olarak nitelendirilen kimi olay ve olguların sınıflar dışı bir kavram olmadığının üzeri özellikle çizilmelidir. Bu nokta, tüm dünya politikasının olduğu gibi, uluslararası teörizmin anlaşılması için de hayati önemdedir. Burada uluslararası terörizmin tarihi ile ilgili bir çözümleme yapmak olanıksız olsa da Soğuk Savaş sonrası dönemle ilgili kimi noktalara değinmek, konunun anlaşılması için gereklidir.

«Yeni Tehdit” Olarak Uluslararası Terörizm

Sovyet Birliği ve ABD arasındaki kıran kırana mücadele olarak görülen 1945-90 arası dönemin, yani Soğuk Savaş döneminin sonlanması ile uluslararası ilişkilerde önemli değişiklikler yaşandığı konusunda bir uzlaşı bulunmaktadır. Anaakım uluslararası ilişkiler çözümlemelerine göre, Soğuk Savaş döneminin, temel özelliği Batı (ABD) ve Doğu (Sovyetler Birliği) olarak isimlendirilen her iki bloğun da kim tarafından ve nasıl tehdit edildikleri konusunda kesin ve net bir algıya sahip olmalarıdır. Başka bir ifade ile, Batı bloğu güvenliksizleştirici unsur olarak Doğu’yu, Doğu bloğu ise Batı’yı görmektedir. Böylelikle kontrol edilebilir bir güvensizlik ortamında, belirli bir savunma stratejisine sahip olarak güven arttırıcı önlemler alabilmişlerdir. Soğuk Savaş’ın bitmesi ile birlikte ise, blokların ortadan kalkması nedeniyle tehdidin nereden geleceği belirsizleşmiştir. Bu, uluslararası tehdit ile, bilinen iki kutup-çok kutup ve barış tartışmalarının temelini oluşturan devlet merkezli bir çözümlemedir. Bunun diğer boyutu ise, devlet dışı aktörlerden gelecek olan tehditlerdir. Uluslararası sistemin istikrar ve düzenini tehdit eden tek aktörün -artık- yalnızca devletler olmadığı uluslararası terörizmin -artık- yegane tehdit kaynağı olduğu yaygın olarak iddia edilmektedir.

Bu iddiaya göre, çeşitli amaçlar doğrultusunda seferber edilmiş teröristler -artık- herhangi bir devletin doğrudan silahlı kuvvetlerini değil, çoğunlukla doğrudan sivil vatandaşları hedef alarak hem kitlesel ölümlere neden olmakta hem de geniş kitlelere korku salmaktadır. Bu terörist örgütler, yeri yurdu bir devlet gibi belirli olmayan, uluslararası hukuk gibi araçlarla kontrol altında tutulamayan ve hangi yöntemlerle eylem yapacakları kestirilemeyen «esnek” yapılardır. Bu noktada terörizmin uluslararasılaşması ile küreselleşme arasında bağlantı kurulmaktadır. İletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesi ve ucuzlaması bilgi, silah ve para gibi terörist eylemlerin gerçekleştirilmesi açısından gerekli olan kimi araçların kolay teminini sağladığından teröristlerin hareket alanları genişlemekte ve tehdit ettikleri kitle büyümektedir. Avrupa’nın çeşitli büyük kentlerinde, 11 Eylül 2001’de ABD’de yapılan ve birçok sivilin ölümü ile sonuçlanan kanlı eylemler uluslararası terörizmin tipik örnekleri olarak gösterilmektedir.

Uluslararası Terörizm: Yeni Tehdit ile Yeni Mücadele

Soğuk Savaş sonrasında, nereden geleceği belli olmayan bu «yeni tehdit” ile mücadele etmek için örgütlerin kendi yapıları gibi «esnek” mücadele yöntemleri geliştirilmek zorunda kalınmıştır. Bu mücadele yöntemlerinin geliştirilebilmesi uluslararası terörizmin güvenlikleştirilebilmesi ile, yani acil önlem alınması gereken temel güvenlik sorunu olarak nitelendirilmesi ile mümkün olabilmiştir. Uluslararası terörizme karşı acil önlemler alabilmek, devletlerin iç işlerine yönelik ve uluslararası olarak farklı araçları gerektirmektedir.

Ülkelere giriş çıkışta sıra dışı önlemlerin alınması ve büyük kentler başta olmak üzere neredeyse her yerleşim biriminin güvenlik kameraları ile donatılması, devletlerin iç işlerine yönelik alınan önemlerin başında gelmektedir. Uluslararası terörizm ile uluslararası mücadele ise, ikili ya da çok taraflı anlaşmalar, uluslararası hukukun konuları ile uluslararası terörizmin ilişkilendirilmesi, uluslararası terörizmle mücadele temalı bölgesel örgütlerin kurulması gibi çeşitli yöntemlerle yapılmaktadır.

Uluslararası Terörizmle mücadelenin sonuçları/nedenleri

Uluslararası terörizm ile mücadelenin hem siyasi özneler hem de uluslararası siyasi özneler açısından ciddi bir hegemonya oluşturma ve sürdürme aracı olduğu açıktır. Bu durumun birbiri ile ilişkili birçok unsuru bulunmaktadır. Öncelikle üzerinde durulması gereken nokta, uluslararası terörizmin güvenlikleştirilmesi ile, devletlerin rıza sağlama süreçlerini nasıl manipüle ettiğidir. Dünyanın herhangi bir yerinde (ama elbette özellikle Batı’da) gerçekleştirilen bir terörist eylem sonrasında hakim olan korku atmosferinin, devlet aygıtları tarafından sömürülmesi ile, güvenlik kameraları, seyahat özgürlüğünün sınırlandırılması gibi önlemlerle hem geniş halk kitlelerinin özgürlükleri sınırlandırılmakta hem de aşırı önlemlere rıza sağlanarak kitlelerin kontrolü kolaylaştırılmaktadır. Özellikle Batı’da gerçekleşen kimi terörist eylemlerin İslami bir kimlik üzerinden gerçekleştirilmesi ya da öyleymiş gibi sunulması postmodern oryantalist savların ya da Huntington’ın ünlü medeniyetler çatışması savı gibi neoliberal savların, kitlelerin zihnine yerleştirilmesini sağlamaktadır. Tüm bunlar emperyalist devletlerin çoğunlukla İslami kimliğe sahip Ortadoğu halklarına ve devletlerine yönelik girişeceği kimi operasyonların Batılı halklar nezdinde meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir.

Burada, uluslararası terörizmle uluslararası mücadeleye odaklanmak gerekmektedir. Soğuk Savaş sonrasında yaygın olarak «haydut devlet”, «uluslararası sistemde meşru güç kullanımı” gibi kavram ve olgular ön plana çıkmaktadır. Haydut devlet söylemi ve uluslararası hukukun, terörizme karşı barışı ve insanlığı korumaya yönelik iddiaları teröre destek verdiği iddia edilerek haydut addedilen devletlere emperyalist müdahaleleri ve hatta işgalleri gerçekleştirebilmenin iç ve dış rıza mekanizmalarının başında gelmektedir.

Bu açıdan bakıldığında, terörist eylemlerin çeşitli şekillerde eylemin gerçekleştiği yerlerde ve oralardaki iktidarlarla ideolojik birlik içinde olan yerlerde, iktidar mekanizmalarının bu devletlerin çıkarına hizmet edecek şekilde güçlendirdiği söylenebilir. Bu durum ise, yukarıda sonuçlar olarak anlattıklarımızın uluslararası terörizm ile mücadelenin nedeni mi sonucu mu olduğu konusunda daha detaylı çözümlemelere ihtiyacımız olduğunu göstermektedir.

Terörizmin Amaçları ve Sonuçları İkilemi

Terörist bir örgütün amaçları ile eylemlerini nasıl meşrulaştırıldığı birbiri ile ilişkili ama birbiri ile aynı olması zorunlu olmayan iki konudur. Günümüzde genelde terörist olarak adlandırılan örgütlerin herhangi birisinin amacının ne olduğunun tespit edilmesi bu yazının amacını ve kapsamını aşar. Ancak, ilk aşamada günümüzde yoğun olarak gündemi meşgul eden örgüt ve eylemlerinin çoğunun Ortadoğu ya da Asya menşeili, radikal İslamcı söylem ve görünüme sahip oldukları genellemesine varılabilmektedir. Örgütün herhangi bir terörist eylemi gerçekleştirirken militanlarına ya da eylemi üstlenirken dünya kamuoyuna sunduğu amaçlar bu örgütlerin cihadçı oldukları, İslam adına ya da bir mezhep adına savaştıkları intibasını uyandırmaktadır. Ancak, örgütün eylem ve söylemleri aracılığıyla verdiği malzemelerle, olay ve olguları dünya kamuoyuna sunan haber organlarının yansıttıkları, örgütlerin gerçek amaçlarının din, mezhep, ideoloji vs temalı olduğunu ispatlamak için yeterli değildir.

Saiklerinden bağımsız olmakla birlikte, terörist olarak isimlendirilen bir örgütün ya da eylemin kurgulanması, hazırlanması, gerçekleştirilmesi, karmaşık bir ağa sahip ciddi bir süreçtir. Bu sürecin önemli basamaklarının başında örgütün, mali ve lojistik olanaklara sahip olması gelmektedir. Örgütün, mali ve lojistik olanaklara ulaşımı doğrudan örgütün ilişkide olduğu devletlerin amaçları ve olanakları ile ilişkili olduğundan verili örgütün verili bir devlet ile ilişkisinin ne olduğunun tespit edilmesi, hem uluslararası terörizmin aslına uygun olarak anlaşılması hem de terörizmle mücadelenin nelere hizmet ettiğinin belirlenmesi açısından önemlidir.

Terörist eylemlerin maddi, teknolojik ve lojistik destek olmaksızın sürdürülemeyeceği gerçeği terörist örgütlerin devletler dışı olamayacağı yargısını beraberinde getirmektedir. O halde devlet ve terör örgütü ilişkilerinin niteliğini belirlemek gerekmektedir. Herhangi bir devletin, yaygın olarak terörist denilen bir örgütle ilişkisinin niteliğinin farklı şekilleri olabileceğini iddia etmek mümkündür. Örneğin, bir devlet, ikinci bir devletin toprakları üzerindeki çıkarlarına zarar veren belirli bir aktör ile mücade etmek için, bir x örgüt kurup o aktör ile dolaylı olarak mücadele etme stratejisi geliştirebilir. ABD tarafından SSCB ile mücadele etmek için Afganistan’da kurulan El-Kaide bunun en tipik örneğidir. Herhangi bir devlet içinde, o devlet ya da benzer ideolojideki devletlerin iktidarına karşı kurulmuş olan bir örgüt, çıkarları belli ölçülerde örgütle uyuşan bir devlet tarafından çeşitli şekillerde desteklenebilir.

Her iki seçenek için de, örgütün temelini oluşturan insan kaynağının elde edilebilmesi, uğrunda ölmeyi ve öldürmeyi mümkün kılacak bir «kutsal ideal”in varlığını gerektirmektedir. Din, mezhep, ideoloji olarak kendini gösterebilecek olan bu «kutsal ideal” örgütlerin amaçlarını oluşturmaktan çok, amaçların nasıl meşrulaştırıldığı ile ilgilidir. Bu ise, parayı veren düdüğü çalan hesabı, örgütün destek aldığı devletlerin amaçları çerçevesinde örgütün yönlendirilmesi sonucunu doğurabilir. Bir terörist örgütün, bir devlet ile ilişkili olduğunun iddia edilebilmesi için, örgütün ve devletin söylem ve ideolojilerinin uyuşuyor olması gerekmez, stratejik hamlelerde çıkarların aynı doğrultuda olması yeterlidir. O halde, bir devlet pekala bir örgütü, «terörist” olarak adlandırdığı halde onu destekleyebilir ve bir örgüt bir devleti örneğin anti emperyalist, İslam düşmanı olarak nitelediği ve savaşını ona yönelttiğini iddia ettiği halde o devletten ya da o devletin müttefiklerinden destek alabilir.

Sonuç

Sonuç olarak ne söylenildiği, ne olduğunu anlatmaktan uzaktır. Bir örgüte terörist demek ya da dememek konuya dahil ya da konuyla ilgilenen her özne açısından siyasi bir tercihi gerektirir. Tüm bu karşık tablonun içinden çıkılabilmesi ise, sınanması tarih aracılığı ve akli çıkarımlar ile mümkün olabilecek bazı ölçütlerin ortaya konulması ile mümkün olabilir. Bu ölçütlerin belirlenmesi yukarıda da belirtildiği gibi çıkarları çatışan aktörlerden hangisinin çıkarını savunmayı seçtiğiniz ile yakından ilgilidir. Örneğin, anti-empperyalistseniz ve ABD’nin Ortadoğu’dan elini çekmesini istiyorsanız, sahte demokrasi çığırtkanlarının kahramanı Müslüman Kardeşler sizin için teröristtir ya da İsrail dostlarının teröristi Lübnan Hizbullahı sizin için terörist değildir. «Ben şiddetin her türlüsüne karşıyımcılık” ise yalnızca egemen şiddet uygulayıcıların egemenliğini kuvvetlendirmesine hizmet eder. Taraf olmak ve yalnızca doğrudan taraf olmak barış ve huzurun yegane teminatıdır.

Bunları da sevebilirsiniz