Ukrayna ve Rusya-Batı Jeopolitik Anlaşmazlığı

Avrupa Birliği’nin (AB) Doğu Ortaklığı çabaları her ne kadar tekniksel ve işlevsel olarak gösterilmeye çalışılsa da, Ukrayna’daki siyasi durum ve Rusya ile olan gerilimler AB’nin jeopolitik çıkarlarını gözler önüne seriyor. Rus ordusunun Kırım’a yerleşmesi (27-28 Şubat 2014) ve Ukrayna’nın bu bölümünün Rusya’ya bağlanması (18 Mart 2014), her türlü önlemin alınmasını gerektiren çok önemli bir uluslararası krizin sebepleridir. Aslında, Rusya ve Batı arasındaki bu kriz Doğu-Batı eksenindeki daha geniş bir jeopolitik anlaşmazlığın gün yüzüne çıkmasıdır. Bu bakımdan, bahsi geçen kriz, Batılıların Moskova ve aynı zamanda Avrupa-Atlantik (NATO ve AB) arasındaki ilişkileri açısından bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir.

Rövanşizm, İrredantizm ve Revizyonizm

Ukrayna’nın tarihsel, coğrafi ve jeopolitik sorunları aydın kesim tarafından bilinmekte ve bunları tekrardan hatırlatmaya gerek duymuyoruz. Kiev’in uluslararası pozisyonu ile ilgili oluşan sorunlar Rusya’nın jeopolitik alandaki gücünü de ortaya çıkarmış oldu. Vladimir Putin ve Rus idari sınıfı tarafından Ukrayna sorununa verilen önem herkes tarafından biliniyor. 1991 yılından bu yana egemen bir Devlet olan Ukrayna’nın bu durumu Moskova tarafından yasadışı olarak değerlendiriliyor. Ukrayna, 27-28 Kasım 2013 tarihlerinde Doğu Ortaklığı ile ilgili düzenlenecek olan Vilnius zirvesinden birkaç gün önce Avrupa yolundan sapmıştı. Daha sonrasında ise Aralık ayında, Rusya ile Ukrayna «Stratejik Ortaklık” fikri kapsamında Kiev’in Rusya-Beyaz Rusya-Kazakistan arasında varolan Gümrük Birliği’ne dahil olması hakkında görüşmüşlerdi. Bu görüşme, gelecekte oluşması muhtemel Rusya merkezli bir Avrasya Birliği’nin temelini oluşturuyordu. Böylelikle Moskava süper güç haline gelecek ve Batı ile rekabet edebilecekti. Rus ve Ukrayna başkanları bu durumun gerçekleşebilmesi için Ukrayna halkının duyarsızlığına bel bağlamışlardı.

Tüm bunlara rağmen Viktor Yanukoviç’in iki yüzlülüğü ve AB ile ortaklık anlaşması imzalamayı reddetmesi Ukrayna’daki medeni başkaldırının başlangıç noktası oldu ve bu başkaldırı Yanukoviç Rusya’ya kaçana dek kanla bastırıldı. Putin, Ukrayna başkentinde, yani «merkezde” alınan yenilgiye Kırım üzerinden cevap verdi ve bu esnada Rus Devleti ile Ukrayna arasında sağlanan anlaşmaları da görmezden gelmiş oldu (Budapeşte Memorandumu, 1994 ; Rus-Ukrayna birliktelik ve dostluk anlaşması, 1997). Bu durum göz önüne alındığında, Rus stratejisini belirleyen jeopolitik tanımlar şu üç kelime ile özetlenebilir : rövanşizm, irredantizm ve revizyonizm. «Rusya-Avrasya” hayalinden intikamını alma isteği, sınırların zor kullanılarak yeniden gözden geçirilmesini ve böylelikle de eski Sovyet ülkelerini Rusya-Avrasya projesi kapsamında tek bir çatı altında birleştirme arzusunu cesaretlendiriyor. Buna karşılık, Putin’in AB ve NATO’nun doğal ortağı olacağı fikrinin de – Batı ile olan ilişkilerin ilerletilmesi açısından oldukça şüpheli bir ortak – yanlış olduğu ortaya çıkıyor.

Yaptırımlar

Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasının ardından, Batılı Devletler Rus siyasetine karşı bir düzenleme yapmak için bir araya geldiler. Askeri alanda caydırıcı bir tutum takınarak Moskova’ya aşılmaması gereken sınırları belirttiler. Siyasi-diplomatik alanda ise Batılılar ortak bir cephede birleşerek Kırım’da olan olayları onaylamayı reddettiler. Güvenlik Kurulu ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ise Rusya’nın diplomatik yalnızlığını öne sürmeyi başardılar. Hem Brüksel hem de Vaşington’da bazı Rus kişiliklerine yönelik yaptırım kararları alındı ve bu kararlar sermayenin kaçışı ile birlikte Moskova borsasında yani Rusya’nın ekonomik bakış açısında etki yarattı. Rusya’da sermayenin son haftalarda gittikçe hızlanan kaçışı daha şimdiden 2013 yılındaki rakamları geride bırakmış durumda (73 milyar $, 2012 yılında 52 milyar $). Batılılar, acil olarak alınan ilk önlemlerin de ötesinde, güvenlik – ekonomi ikilemi ve güvenlik sorunlarının önceliğinden doğan siyasi seçimlerle yüzleşmek durumunda kaldılar.

24 Mart 2014 tarihinde düzenlenen G7 zirvesinden bu yana hedeflenen bazı ekonomik yaptırımlar üzerinde çalışılıyor. Bu yaptırımların amacı, Putin’in Ukrayna’nın doğusu ve güneyi ile Dniestr’in sol yakasına kadar uzanan bölümlerine askeri bir müdahele yapmasını engellemek (Transdinyester Moldova’dan ayrılacağını ileri sürüyor). Rusya’nın Avrupa’ya yaptığı enerji ihracatının geleceği hakkında ise kaçınılmaz olarak belli sorular sorulmakta. En büyük çekince ise Kremlin’in 2006 ve 2009 yıllarında olduğu gibi bir ambargo uygulaması. Avrupa’nın gaz ihtiyacının üçte birini Rusya’dan karşıladığı biliniyor. Moskova ise enerji ihracatını bir koz olarak görüyor. Rusya tarafından uygunlanacak olası bir petrol-gaz ambargosunun Avrupa üzerinde ani ve çok önemli bir etki yaratacağı kesin olmakla birlikte, Rusya’nın da Avrupa’ya bağımlı durumda olduğunu hatırlatmakta fayda var : Rusya, ihraç ettiği petrolün %56’sını, gazın ise %85’ini Avrupa’ya gönderiyor. Rusya’nın Gayrısafi Yurtiçi Hasılası, dış ticareti ve vergiyle alakalı gelirleri enerjiye dayalı durumda. Daha geniş bir açıdan bakacak olursak, Rusya’daki iş alanlarının yarısı Avrupa tarafından sağlanıyor fakat bu durum AB dış ticaretinin yalnızca %7’sini oluşturuyor (Euro Bölgesi’de ise %5’den az). Tüm bunlar göz önüne alındığında AB’nin bağımlılığı abartılmamalı. Kısacası, ticari çıkarlar güvenlik ve savunma önceliklerinin önüne geçmemeli.

Jeopolitik tanımların yeniden gözden geçirilmesi

Rusya ve Batı arasında ortaya çıkan jeopolitik anlaşmazlıklar yeni bir bakış açısına ihtiyaç duyulduğunun da bir kanıtı olarak görülebilir. Bu durum aslında Doğu-Batı ilişkilerinin yavaş bir şekilde bozulması sonrasında 1990’larda kurulan ortaklıkların büyük bir hızla azalmasının bir sonucudur (Moskova’nın NATO ve AB ile olan ortaklıkları). 2000’li yılların ortalarından itibaren anlaşmazlıklar önemli bir boyut kazanmaya başladı. Rusya’nın 2008 yılının Ağustos ayında Gürcistan’a saldırması ise büyük gerçeği gözler önüne serdi. Abhazya ve Güney Osetya bölgelerinin, sonuçları önceden tahmin edilemeyen bir şekilde Rusya tarafından işgali, jeopolitik revizyonizmin bir örneği olarak olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, «reset” diplomasisi sayesinde olası bir büyük Rus-Batı ortaklığı hayalleri de devam etti. Bu ortaklık, ancak Doğu Avrupa’da ve Güney Kafkasya’da hoşgörü üzerine kurulu bir siyaset ile mümkün olabilirdi. Aynı şekilde Ukrayna’da Bölgeler Parti’sinin iktidara gelmesi, ABD, AB ve NATO’nun Rus politikalarını değiştirebilecekleri yorumlarına neden olmuştu. Bu bakımdan düşünüldüğünde, Kırım olayları aynı zamanda «reset” diplomasisinin de yenilgisi olarak görülebilir.

Artık, Rusya ve Batı arasındaki ilişkilerde birçok anlaşmazlığın olduğu inkar edilemez bir gerçek. Bu durum, Batılıların jeopolitik tanımlamaları ve «dünya görüşleri” üzerinde yankı uyandırmak zorunda. AB ile Rusya arasındaki ortaklığı doğrulamak amacıyla planlanan «ortak ev” teması, Rusların Doğu Avrupa’yı uydusu haline getirme isteği karşısında geçersiz hale geldi. Rus gücünün revizyonizmi karşısında bir cephe oluşturulmak zorundadır ve Batılıların arka ülkeye yönelik siyasetleri «tek ve özgür bir Avrupa’nın” sınırlarını belirleyecektir. Ukrayna krizi ve Kırım’a el konulması, Batı’ya egemen olan dünya jeo-ekonomik tanımlarını da sorgulamaya açacaktır ; kürenin teknik-ticari birleşimi ve ekonomik rekabet, sınırsal anlaşmazlıkları ve güç yarışlarını ortadan kaldıramadı. Sonuç olarak, «çok kutuplu dünyanın” arzu edilen bir durum olduğu anlaşılıyor. Putin, Çin ve Batı arasında üçüncü bir güç yani «Rusya-Avrasya’yı” oluşturmak istiyor ve bu üç kutuplu dünya görüşü gezegendeki güç dengeleri açısından daha uygun görünüyor.

Sonuç

AB ve üye Devletler, Rusya ile jeopolitik bir anlaşmazlık içerisindeler. Bu ülkelerin idarecileri ise müzakereleri sürdürebilceklerinden emin değiller. Rusya, Kırım’la tatmin olup Ukrayna’nın doğu ve güney bölgelerinden vazgeçtiği takdirde, her iki taraf da olan biteni unutup yaptırımlardan vazgeçecektir, Vaşington’un da aynı görüşte olduğunu belirtebiliriz. Aynı zamanda, Batılılar da Rusya’nın sistemindeki derin mantığı ve bunun beraberinde getirdiği jeopolitik revizyonizmi kavramış gibi gözüküyorlar. Bu bakımdan, Almanya’nın durumu yeniden gözden geçirmesi anlamlı olacaktır.

Rusya ile Batı arasındaki güncel kriz, yalnızca «diyalog” yolu ile çözülebilecek basit bir anlaşmazlığın ötesindedir. Ukrayna’daki başkanlık seçimlerine kadar durum ciddiyetini korumaya devam edecektir. Eğer hedeflenen amaca ulaşılabilirse, gerilim belli bir süreliğine azalabilir fakat anlaşmazlıklar sürmeye devam edecektir ve daha farklı gelişmelere karşı hazır olmak gerekmektedir. Açık olan şudur ki, olan olaylar sonrasında «finlandizasyon” dönemi sona ermiştir ve durum acilen çözüme kavuşturulmalıdır : Ukrayna’nın Avrupa – Atlantik makamlarına tam ortaklığı ve bir «açık kapı” siyaseti.

Bunları da sevebilirsiniz