Dev Bir Ehl-i Beyt:Anadolu

Cumhuriyet ve Atatürk sayesinde ülkemizde dev bir ehl-i beyt (hane halkı) anlayışı tarihe damgasını vurdu. Önemli olan, bu topraklara buluşup kaynaşmaya gelmiş insanların ayrı tutulmadan bu hanenin halkı olmasıydı. Birlikte yaşamayı sürdürme iradesiydi bizi bir arada tutan ve çok önemliydi. O zor zamanlarda, her kopan toprak içimizden birinin ata toprağıydı, evleri, aile büyüklerinin mezarları, ibadethaneleri, köyleri ve hepsinden önemlisi anıları o kopan parçalarla gidiyordu ellerinden. Her birinin canından bir parça can kopuyordu. Bu ister Balkanlarda, ister Kuzey Afrika’da, Kafkaslarda olsun ne fark ederdi ki, her kopan parçadan, bin bir acıyla yollara düşüp Anadolu’ya sığınanlar bu ülke toprağını «son kale” olarak görmüşlerdi.
İşte bu yüzden, onca bedele mal olan bağımsızlığın ardından, onca acının ardından, düşünüle düşünüle, kurgulana kurgulana, taammüden «ırkçılığın” hedeflendiğini düşünmek yanlıştır. Amaç, tüm farklılıkların bir gelecek idealinde birleşmesidir. «Kahraman ırkıma bir gül” diyen, Arnavut kökenli Mehmet Akif’in bahsettiği «kahraman ırk” kimin ırkı ki bu durumda? Her halde sadece Arnavutları, Lazları, Türkleri, sadece Arapları ya da sadece Kürtleri kastetmiyordu eminim. Bence asıl toprak mülkiyetçiliği üzerinden ırkçılık yapanlar meclis kürsüsünden « Kafkaslardan, Balkanlardan yani dışarıdan gelenler haddinizi bilin, dağdan gelip bağdakini kovamazsınız defolun gidin” diye haykıranlardı.
Bugün bizi yönetenler ise farklılıkların zenginliğini, eşitliğin işlenmesini değil, yalnızca ümmet fikrini esas aldılar. Cumhuriyetin dişiyle tırnağıyla yarattığı tüm kazanımlarını elden çıkararak ve ilkelerinden kopartarak hane halkı olma idealine büyük zarar verdiler. Ayrıştırdılar, dini, mezhebi, ensititeyi, akıllarına gelen her hassasiyeti bizi ayrıştırmak için kullandılar. Amaçladıkları ise geriye götürmekti. Dün kendini «statükoya karşı savaşan mücahit yenilikçiler” olarak tanıtıp Batıyı ve yetmez ama evetçileri kandıranlar, bu gün çoktan «gericiliğin statükosunu” oluşturmuşlardır.
Bu statüko sayesinde, bugün çok yakınımızda, neredeyse insan kurban ediliyor, iç organlar çıkartılıp, kafalar gövdeden ayrılıyor. Bu statükocular, sırf ilkel içgüdülerini tatmin için Suriye´ye yapılacak bir operasyonda yer almaya hazırız bile dediler. Hoş ülkesini parçalamaktan çekinmeyenlerin “Suriye´nin parçalanmasına hazırız,” demesini yadırgamamak lazım. Irak’daki ABD askerleri için dua edenler, Reyhanlı’da can pazarı yaşanırken ülkeden sıvışıp, turistik gezi yapan, medyaya yasak koyanlardan, sonra dönüp o canlar üzerinden bile mezhep ayrımcılığı yapanlardan ne beklersiniz? Çuval olayında kuyruğunu kıstıranların Suriye’ye aslan kesilmesi aslında ne kadar da ironik ama bizce şaşırtıcı değil. Bu anlayışın temsilcileri, mütevazı kahvaltıları ile yoksul bir çocuğu bir ay doyurabileceğimiz bu beyler Gazze´ye gidip ağlarken, ayni şeyi neden Reyhanlı’da 53 can için yapmadılar diye artık sormuyoruz bile.
Batı «siyasal İslam” mantolarının giyecek olmaktan çıktığını kabul ediyor, Suriye’de savaşı göze alamıyor, bizimkilerse savaştan vazgeçilince çok üzülüyor, hala yeni koalisyonlar arıyor.
Terörist besleyenler geceleri nasıl uyuyorlar bilmem ama ülkemizde olanlar kadar, yakın çevremizde olanlardan da bizi yönetenler de sorumludur.
Ama inanın hiçbir statüko toplumsal yaşamın dinamiğine karşı direnemez. Bu «gerici statüko” da mutlaka çatırdayıp dağılacaktır. Değişim ve ilerleme, ilerici kadrolar ve politikalarla gerçekleştirilebilir ancak ve işledikleri tüm günahlar nedeniyle, gün gelecek uyduruk TOKİ, adliye saraylarında boğazladıkları adalet tarafından yargılanacaklardır. Ama biz kesinlikle onlar gibi zalim olmayacağız. Biz adalet herkes için diyeceğiz.

Cumhuriyet ve Atatürk sayesinde ülkemizde dev bir ehl-i beyt (hane halkı) anlayışı tarihe damgasını vurdu. Önemli olan, bu topraklara buluşup kaynaşmaya gelmiş insanların ayrı tutulmadan bu hanenin halkı olmasıydı. Birlikte yaşamayı sürdürme iradesiydi bizi bir arada tutan ve çok önemliydi. O zor zamanlarda, her kopan toprak içimizden birinin ata toprağıydı, evleri, aile büyüklerinin mezarları, ibadethaneleri, köyleri ve hepsinden önemlisi anıları o kopan parçalarla gidiyordu ellerinden. Her birinin canından bir parça can kopuyordu. Bu ister Balkanlarda, ister Kuzey Afrika’da, Kafkaslarda olsun ne fark ederdi ki, her kopan parçadan, bin bir acıyla yollara düşüp Anadolu’ya sığınanlar bu ülke toprağını «son kale” olarak görmüşlerdi.

İşte bu yüzden, onca bedele mal olan bağımsızlığın ardından, onca acının ardından, düşünüle düşünüle, kurgulana kurgulana, taammüden «ırkçılığın” hedeflendiğini düşünmek yanlıştır. Amaç, tüm farklılıkların bir gelecek idealinde birleşmesidir. «Kahraman ırkıma bir gül” diyen, Arnavut kökenli Mehmet Akif’in bahsettiği «kahraman ırk” kimin ırkı ki bu durumda? Her halde sadece Arnavutları, Lazları, Türkleri, sadece Arapları ya da sadece Kürtleri kastetmiyordu eminim. Bence asıl toprak mülkiyetçiliği üzerinden ırkçılık yapanlar meclis kürsüsünden « Kafkaslardan, Balkanlardan yani dışarıdan gelenler haddinizi bilin, dağdan gelip bağdakini kovamazsınız defolun gidin” diye haykıranlardı.

Bugün bizi yönetenler ise farklılıkların zenginliğini, eşitliğin işlenmesini değil, yalnızca ümmet fikrini esas aldılar. Cumhuriyetin dişiyle tırnağıyla yarattığı tüm kazanımlarını elden çıkararak ve ilkelerinden kopartarak hane halkı olma idealine büyük zarar verdiler. Ayrıştırdılar, dini, mezhebi, ensititeyi, akıllarına gelen her hassasiyeti bizi ayrıştırmak için kullandılar. Amaçladıkları ise geriye götürmekti. Dün kendini «statükoya karşı savaşan mücahit yenilikçiler” olarak tanıtıp Batıyı ve yetmez ama evetçileri kandıranlar, bu gün çoktan «gericiliğin statükosunu” oluşturmuşlardır.

Bu statüko sayesinde, bugün çok yakınımızda, neredeyse insan kurban ediliyor, iç organlar çıkartılıp, kafalar gövdeden ayrılıyor. Bu statükocular, sırf ilkel içgüdülerini tatmin için Suriye´ye yapılacak bir operasyonda yer almaya hazırız bile dediler. Hoş ülkesini parçalamaktan çekinmeyenlerin “Suriye´nin parçalanmasına hazırız,” demesini yadırgamamak lazım. Irak’daki ABD askerleri için dua edenler, Reyhanlı’da can pazarı yaşanırken ülkeden sıvışıp, turistik gezi yapan, medyaya yasak koyanlardan, sonra dönüp o canlar üzerinden bile mezhep ayrımcılığı yapanlardan ne beklersiniz? Çuval olayında kuyruğunu kıstıranların Suriye’ye aslan kesilmesi aslında ne kadar da ironik ama bizce şaşırtıcı değil. Bu anlayışın temsilcileri, mütevazı kahvaltıları ile yoksul bir çocuğu bir ay doyurabileceğimiz bu beyler Gazze´ye gidip ağlarken, ayni şeyi neden Reyhanlı’da 53 can için yapmadılar diye artık sormuyoruz bile.

Batı «siyasal İslam” mantolarının giyecek olmaktan çıktığını kabul ediyor, Suriye’de savaşı göze alamıyor, bizimkilerse savaştan vazgeçilince çok üzülüyor, hala yeni koalisyonlar arıyor.

Terörist besleyenler geceleri nasıl uyuyorlar bilmem ama ülkemizde olanlar kadar, yakın çevremizde olanlardan da bizi yönetenler de sorumludur.

Ama inanın hiçbir statüko toplumsal yaşamın dinamiğine karşı direnemez. Bu «gerici statüko” da mutlaka çatırdayıp dağılacaktır. Değişim ve ilerleme, ilerici kadrolar ve politikalarla gerçekleştirilebilir ancak ve işledikleri tüm günahlar nedeniyle, gün gelecek uyduruk TOKİ, adliye saraylarında boğazladıkları adalet tarafından yargılanacaklardır. Ama biz kesinlikle onlar gibi zalim olmayacağız. Biz adalet herkes için diyeceğiz.

Bunları da sevebilirsiniz