Batı dünyasının Ortadoğu’daki ayaklanma ve dönüşüm sürecini nasıl karşıladığına baktığımızda birbiriyle eşanlı olarak iki farklı hissiyatın ağırlık kazandığını görüyoruz. Bunlardan ilki korku ve endişe. Bu korku ve endişenin kaynağında Batılı çıkarlara yönelik olası tehditlerin algılanması ile istikrarsızlık ve güvenliğin ortadan kalktığı bir ortamda Batı’nın özellikle de petrol ve doğalgaz bağımlılığı nedeni ile Ortadoğu’yla ilişkisinin zedelenmesi yönünde bir tedirginlik bulunuyor. Kuşkusuz Batı özelikle de ABD için buna eklenmesi gereken önemli bir faktör, bu gelişmelerin İsrail’in güvenliğine, bölgedeki pozisyonuna, çıkarlarına nasıl yansıyacağıyla ilgili olarak duyulan rahatsızlıklar. İkinci hissiyat ise gurur ve şaşkınlık. Arap sokaklarındaki insanların da Batılı tipte demokratik özlemlerini dile getirmesi bir noktada Batı’nın gururunu okşayan bir durumken Batılılar’a benzer ve açıkça dillendirilmese de eşit görülmeyen bu halkların aynı türden özlemler içinde olması karşısında bir şaşkınlık da söz konusu.
Özeleştiri ve Bütüncül bir Bakış Eksikliği
Batı’nın yaklaşımında sıkça rastlanan en önemli zaafın ise gerçekçi bir gözle yapılması gereken özeleştiriden kaçınma olduğu söylenebilir. Ortadoğu’da demokrasinin gerçekleşmemesi acaba sadece Ortadoğu’nun kendine has özellik ve eksikliklerinin mi bir sonucudur? Batı’nın bunda hiçbir sorumluluk ve katkısı yok mudur?
Ortadoğu’da yaşananlarla Batı dünyasında bugün yaşanan ekonomik ve siyasi kriz çoğunlukla birbirinden tamamen ayrı, izole bir şekilde ele alınmakta. Batı kendi içine düştüğü açmazları unutup sanki tarafsız ve üstelik demokrasi krizlerinden kendisi muafmışcasına Ortadoğu’ya bakıyor. Oysa tüm çarpıcı farklılıklara rağmen birtakım kıyaslamalar yapılabilir, çarpıcı benzerliklerin altı çizilebilir gözüküyor. Örneğin, işsizlik oranlarına baktığımızda özellikle Avrupa’nın güneyiyle Ortadoğu’nun birçok açıdan karşılaştırılabilir bir karaktere sahip olduğu dikkat çekiyor. Nitekim yapılan istatistiklere göre 25 yaşın altındaki nüfus açısından işsizlik İspanya’da %40 iken Tunus’ta %30, Mısır’da %25 civarında. Buna büyüme oranlarındaki düşüşü de eklemek gerekiyor. Avrupa avro birliğinin, ortak para birliğinin devamının tehlikeye düştüğü bir dönem yaşıyor.
Aslında hemen her yerdeki protestolarda, sokaktaki insanların aynı araçları kullandığını da görüyoruz. Wall Street’in işgalinde yine Facebook’un Twitter’ın kullanılması söz konusu. Sonuçta Doğu’da da Batıda da sorunlara tepkiler aynı araçlar üzerinden örgütleniyor ve birbirlerinden de fevkalade etkilenmeye başlıyor.
Ortadoğu’da yapay bir şekilde empoze edilen ulus devletlerin dini, mezhepsel ve kabilesel anlamda dağılma tehlikesi varken Avrupa’da ulus-üstü birliğin daha önce hayal edilen, idealize edilen şekli ile muhafazasında çok ciddi zorluklar bulunuyor.
Savunmacı Refleksler
Batılı yaklaşımlarda genelde ön plana çıkan «stratejik bakış açısı” içinde bir taraftan geçmişin muhasebesi yapılmazken diğer taraftan da Orta Doğu’da olup bitenleri bir «kriz yönetimi mantığı” çerçevesinde ele alıp, kontrol etme çabasının ağırlık kazandığına şahit oluyoruz. Kuşkusuz bu ülkelerin acil çözümlere ihtiyacı var ama bu çözümlerin uzun vadeli, kalıcı olabilmesi için dayatılan değil, kendi toplumlarının üretimi olan çözümler olmaları gerekiyor. Savunmacı reflekslerle hareket eden Batı dünyası yeni seçkinlerle ya da seçkin olabileceklerle kendi arasında gecikmeksizin kurulacak koalisyonlardan yana gözüküyor. Ancak bu çözümlerin söz konusu halklar açısından uzun vadeli, kalıcı barış ve istikrarın yolunu açacağı hayli şüpheli.
Kuşkusuz Batı açısından bu acelenin bir nedeni de Avrupa’da yaşanan ekonomik krize bir de Batı’nın ekonomik çıkarlarının Ortadoğu’da tehdit edilmesi olasılığının eklenmesi. Çıkış da basit bir mantıkla bir an önce bölgeyi bir şekilde siyasal istikrara kavuşturup Ortadoğu pazarını büyütmekten yani daha fazla halk kitlesini satın alma gücünü arttırmaktan geçiyor. Ortadoğulu halklar özgürlük ve demokrasiye kavuşsun istenirken bir yandan da onlardan Batı’yı kurtarmaları bekleniyor. Oysa, gerçek anlamda barış ve istikrar için çok köklü sosyal ve ekonomik reformlara ihtiyaç var ve bu köklü reformlar olmadığı sürece aslında kaybedecek hiçbir şeyi olmayacak kitleleri engellemek ancak şiddet yollu baskıların devam etmesiyle mümkün olacak.
Demokrasi Krizi
Batı dünyasındaki kriz sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi ve aslında her ikisi de birbiriyle fevkalade iç içe. Batı’nın Orta Doğu’ya yaklaşımında kendini idealize etme alışkanlığı ve üstün bir örnek olarak sunma gayreti dikkat çekiyor. Oysa demokrasi açık uçlu bir süreç. Her zaman daha iyiye, daha öteye gitmesi gereken ve devamlı sorgulanan ve bir noktada da sorgulamak zorunda olduğumuz bir süreç. Bugün Batı’da ciddi bir demokrasi krizi yaşanıyor. Liderler halkı hiçbir şekilde memnun etmiyor. Demokrasiden beklentiler seçimlerle ve kurulan hükümetlerle gerçekleşmiyor, tam tersi Avrupa bazı ülkeler aşırı sağa teslim oluyor veya Yunanistan, İspanya gibi teknokratların müdahalesine mecbur kalıyor.
Demokrasinin «olmazsa olmaz koşullarını” da tekrar düşünmek, sorunlara çare aramak gerekiyor. Medya tekellerinin olduğu, etnik lobilerin, güç kazandığı bir ortamda demokrasi ne kadar mümkündür? Silah sanayiyle ilgili lobilerin dış politikada ağırlıklı bir etkisinden söz edildiği bir ortamda demokrasilerle özdeş kabul edilen barışçıl karakter nasıl korunur? Buna benzer bir dizi soru sorabiliriz.
Küreselleşmeyi bu güne kadar, hep ekonomik eksende düşünmeyi yeğledik. Bu aslında realiteyi yansıtmıyor. Çünkü küreselleşme aynı zamanda sosyolojik ve siyasi yönleriyle de ele alınması gereken bir süreç. Bu noktada daha fazla zarar görmeden yapılabilecekler için en başta bakış açılarının değiştirilmesine ihtiyaç var çünkü var olan sistem, var olan yapılar aslında bizim düşüncelerimizin bir ürünü, tersi değil.