Oryantalizmin Kökenleri Üzerine (2)

Bir önceki yazımda, dünya tarihinin ilerlemeci öyküsünün Batı kaynaklı olarak kabul edilmesinin en yetkin bilimsel temelinin, 1978 yılında E. Said’in kaleme aldığı Oryantalizm (Doğuculuk= Şarkiyatçılık) adlı kitabıyla dile getirildiğini belirtmiştim. Said (2010)’e göre, Oryantalizm’in birbiriyle bağlantılı çeşitli anlamları vardır. Birincisi: Oryantalizm, «Doğu Araştırmaları” gibi okullara sahip akademik bir ilgi alanı hatta bir disiplindir. İkincisi, «Oryant” ile Batı, Doğu arasındaki varlık ve doğa felsefesi (ontoloji ve epistomoloji) açısından ayrımı dile getiren bir düşünce tarzıdır. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi Oryantalizm, «Doğu üzerinde egemenlik kurulması, Doğu’nun Batı’nın çıkarı doğrultusunda yeniden yapılandırılması ve Doğu üzerinde otorite sahibi olunması, dahası Doğu’nun insanlarının ve topraklarının Batı tarafından ele geçirilmesi amacıyla” geliştirilen Batılı bir söylemdir.
Tarihsel süreç içinde de, Oryantalizm konusunda Batı’nın iki önemli düşünürünün klasikleşmiş kuramları örnek olarak gösterilebilir. Bunlardan birisi, kapitalizme en köklü şekilde eleştiri getiren Karl Marx iken, ikincisi Max Weber’dir. Günümüzde ise Oryantalizm yaklaşımını Samuel Huntington sürdürmek istemiştir.
Marksizmin Doğuculuk Temelleri
Marx, Doğuculuk düşüncesini, Doğu’nun durağan olmasına ve bunu da Doğu’da Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) üretim biçimi ve ilişkisine dayandırmaktadır (Marx ve Engels,1976). Marx ve Engels’e göre, Doğu’da özel mülkiyet ve dolayısıyla tarihsel ilerlemenin gelişimine neden olan sınıf çatışması yoktu. Asya’da yani Doğu’da üreticilerin tepesinde toprak sahibi duran bir devlet vardı. Toprağa ait rantlar ya da kiralar baskıcı devlet tarafından alınıyordu. Devletin dışında artı değere el koyan bir sınıf olmadığı için bu durağanlık söz konusuydu (Marx,1976). Marx’ın Doğuculuk ve Doğu’ya (Asya) ait düşünceleri kısaca şöyle özetlenebilir:
-Doğu’da tarihsel ilerlemeye neden olan sınıf çatışması olmadığı için toplum durağandır. Durağan toplumlarda ilerleme olmaz.
-Doğu’da devlet, üreticilerin yarattığı değere zorla el koyar ancak bu, toplumsal dönüşümü gerçekleştirmez.
-Uygarlığın kaynağı Antik Yunan’dır. Doğu’nun uygarlığı çürümüş yarı uygarlıktır.
Bu bağlamda, Doğuculuk konusunda görüşüyle Marx’ın, bir ikilem içinde olduğu görülüyor. Ona göre; Doğu kendi kendine gelişmek ve ilerlemek adına bir eyleme geçemez, Doğu’da uygarlık ve ilerleme Batı’nın emperyalist devletlerinin müdahalesiyle gerçekleşebilir. Marx ve Engels 1976 basımlı Komünist Manifesto’da bu konuda şunları kaleme alıyordu: «Batı burjuvası en barbar ulusları bile uygarlığa çeker… Bütün ulusları (Batılı) burjuva üretim biçimine uymaları, uygarlık dedikleri şeyle tanışmaları, kendileri gibi (Batılı) olmaları için zorlar. O (Batı burjuvası), tek kelimeyle kendi görüntüsünden bir dünya vardır.’’
Marx, Doğu’nun dönüştürülmesi yaklaşımıyla Çin’in ve Hindistan’ın da işgaline karşı çıkmamış, üstelik onaylamıştır. Bu yaklaşım, insanlığın kurtuluşu için toplumculuğun bilimsel temellerini atan bir düşünürün bile, Avrupamerkezci dünya görüşünün ne kadar etkisi altında kaldığının hüzün veren bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Weberciliğin Doğuculuk Temeli
Weber (2011), Kapitalizmin, neden başka bir yerde değil de, Batı’da geliştiği üzerine temel bir sorunu ele alır. Yanıtı ise, servet biriktirmek için başka bir yerde görülmeyen bu tutumun Batı’da olduğudur. Ona göre, «Bu kapitalizmin ruhudur. Batı’da biriktirilen servet, rahat bir yaşam kurmak için değil, işletmelerin büyümesi için kullanılır. Bu tutum, Hristiyanlık, ancak özellikle Protestanlık’tan gelmektedir. Weber (2011) bu bağlamda, Batı ile karşılaştırarak Doğu’nun ekonomik olarak geri kalmışlığını irdeler. Ona göre, Batı’da bulunan değerlerde, eşsiz ve belirgin ölçüde rasyonellik ve öngörü vardır.
Weber’in Doğu ve Batı karşılaştırması şöyle özetlenebilir:
– Batı’da kamusal ve özel mülkiyet birbirinden ayrıdır. Doğu’da ise kamusal ve özel makamlar kaynaşmıştır. Bu da Batı’da rasyonel, Doğu’da ise irrasyonel kurumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
– Batı’da, toplumsal sınıflar arasında güç dengesi vardır, Doğu’da ise yoktur. Bu durum Batı’da ilerlemeyi sağlarken, Doğu’da tek güç devlette toplandığı için ilerlemeye sekte vurmuştur. Buna göre kapitalizmin sahneye çıkışı, Batı’da ne kadar kaçınılmaz ise, Doğu’da ise o derece olanaksızdır.
– Doğu ile Batı arasında anılan ayrımların bilime yansıması ise, Batı’da rasyonel bilimi, Doğu’da ise mistisizmi ortaya çıkarmıştır.
Günümüz Oryantalisti Huntington’un Görüşü
Günümüzün öne çıkan oryantalistlerinden birisi de, Amerikalı Siyaset Bilimci, Samuel P. Huntington’dur. Huntington, oryantalist yaklaşımlarını, dinsel temelli bir farklığa dayandırıyor ve temel olarak küresel politikanın yüzlerce yıllık birikimler sonucu oluşmuş kültürler çerçevesinde şekillendiğini ve kültürel olarak dünyada çeşitli blokların oluştuğunu savunuyor (Huntington, 2011). Hatta Ona göre bu kamplaşma Soğuk Savaş Dönemi kapitalizm ve Marksizm ayrışmasından çok daha şiddetli ve tarihi temelleri olan bir çatışmadır. Bunun sonucunda Huntington özellikle tarihi, ideolojik ve dini-kültürel sebeplerle birbirine düşmanlık güden medeniyetlerin çatışmasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Ona göre:
– 21. Yüzyıl din ağırlıklı bir uygarlıklar çatışması ile belirlenecektir. Bu çatışma, en geniş coğrafyalara yayılmış iki medeniyet (Batılı ve İslam) arasında kaçınılmaz olacaktır.
– Bugünkü dünyada insanlar arası farklılıklar artık esas olarak kültüreldir. Kültürel yakınlıkları olan toplumlar işbirliğine gitmektedir.
– Batılılar, uygarlıklarının evrensel değil, tek ve biricik nitelik taşıyan bir uygarlık olduğunu kabul etmelidirler. Batı uygarlığının yenilenmesi ve korunması, Batılı olmayan toplumlardan gelen saldırılara karşı birleşmelerine bağlıdır.
– Batı uygarlığının değerleri evrensel değildir, bunlar yalnızca Batıya özgüdür, dünyanın geri kalan kısmı ise “farklı” dır.
Huntington’un söz konusu kitabında Türkiye’nin de özel bir yeri ve önemi vardır. Kitabında, Türkiye’ye İslam dünyasının liderliğini uygun görüyor, ancak Türkiye’nin İslam ve Batı medeniyeti arasında bocalayan bir ülke olduğunu ifade ediyor. Atatürk’ün mirasının olduğu gibi yadsınması da öneriyor.
Kaynakça
Huntington, S., 2011. Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması (Çeviri: Özdemir, C.; Turhan, M.) Okuyan Us Yayınları, İstanbul,
Marx, K., 1976. Kapital.Üçüncü Cilt. Birinci Baskı. Sol Yayınları.
Marx, K. ve Engels, F., 1976. Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri . Birinci Baskı. Sol Yayınları.
Said, E. W., 2010. Şarkiyatçılık. Batı’nın Şark Anlayışları. Beşinci Baskı (Çeviri: Ülner, B.) Metis/Kültür Yayınları.
Weber , M., 2009. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu (Çeviri: Solmaz, G.) Alter Yayıncılık.

Bir önceki yazımda, dünya tarihinin ilerlemeci öyküsünün Batı kaynaklı olarak kabul edilmesinin en yetkin bilimsel temelinin, 1978 yılında E. Said’in kaleme aldığı Oryantalizm (Doğuculuk= Şarkiyatçılık) adlı kitabıyla dile getirildiğini belirtmiştim. Said (2010)’e göre, Oryantalizm’in birbiriyle bağlantılı çeşitli anlamları vardır. Birincisi: Oryantalizm, «Doğu Araştırmaları” gibi okullara sahip akademik bir ilgi alanı hatta bir disiplindir. İkincisi, «Oryant” ile Batı, Doğu arasındaki varlık ve doğa felsefesi (ontoloji ve epistomoloji) açısından ayrımı dile getiren bir düşünce tarzıdır. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi Oryantalizm, «Doğu üzerinde egemenlik kurulması, Doğu’nun Batı’nın çıkarı doğrultusunda yeniden yapılandırılması ve Doğu üzerinde otorite sahibi olunması, dahası Doğu’nun insanlarının ve topraklarının Batı tarafından ele geçirilmesi amacıyla” geliştirilen Batılı bir söylemdir.

Tarihsel süreç içinde de, Oryantalizm konusunda Batı’nın iki önemli düşünürünün klasikleşmiş kuramları örnek olarak gösterilebilir. Bunlardan birisi, kapitalizme en köklü şekilde eleştiri getiren Karl Marx iken, ikincisi Max Weber’dir. Günümüzde ise Oryantalizm yaklaşımını Samuel Huntington sürdürmek istemiştir.

Marksizmin Doğuculuk Temelleri

Marx, Doğuculuk düşüncesini, Doğu’nun durağan olmasına ve bunu da Doğu’da Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) üretim biçimi ve ilişkisine dayandırmaktadır (Marx ve Engels,1976). Marx ve Engels’e göre, Doğu’da özel mülkiyet ve dolayısıyla tarihsel ilerlemenin gelişimine neden olan sınıf çatışması yoktu. Asya’da yani Doğu’da üreticilerin tepesinde toprak sahibi duran bir devlet vardı. Toprağa ait rantlar ya da kiralar baskıcı devlet tarafından alınıyordu. Devletin dışında artı değere el koyan bir sınıf olmadığı için bu durağanlık söz konusuydu (Marx,1976). Marx’ın Doğuculuk ve Doğu’ya (Asya) ait düşünceleri kısaca şöyle özetlenebilir:

-Doğu’da tarihsel ilerlemeye neden olan sınıf çatışması olmadığı için toplum durağandır. Durağan toplumlarda ilerleme olmaz.

-Doğu’da devlet, üreticilerin yarattığı değere zorla el koyar ancak bu, toplumsal dönüşümü gerçekleştirmez.

-Uygarlığın kaynağı Antik Yunan’dır. Doğu’nun uygarlığı çürümüş yarı uygarlıktır.

Bu bağlamda, Doğuculuk konusunda görüşüyle Marx’ın, bir ikilem içinde olduğu görülüyor. Ona göre; Doğu kendi kendine gelişmek ve ilerlemek adına bir eyleme geçemez, Doğu’da uygarlık ve ilerleme Batı’nın emperyalist devletlerinin müdahalesiyle gerçekleşebilir. Marx ve Engels 1976 basımlı Komünist Manifesto’da bu konuda şunları kaleme alıyordu: «Batı burjuvası en barbar ulusları bile uygarlığa çeker… Bütün ulusları (Batılı) burjuva üretim biçimine uymaları, uygarlık dedikleri şeyle tanışmaları, kendileri gibi (Batılı) olmaları için zorlar. O (Batı burjuvası), tek kelimeyle kendi görüntüsünden bir dünya vardır.’’

Marx, Doğu’nun dönüştürülmesi yaklaşımıyla Çin’in ve Hindistan’ın da işgaline karşı çıkmamış, üstelik onaylamıştır. Bu yaklaşım, insanlığın kurtuluşu için toplumculuğun bilimsel temellerini atan bir düşünürün bile, Avrupamerkezci dünya görüşünün ne kadar etkisi altında kaldığının hüzün veren bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Weberciliğin Doğuculuk Temeli

Weber (2011), Kapitalizmin, neden başka bir yerde değil de, Batı’da geliştiği üzerine temel bir sorunu ele alır. Yanıtı ise, servet biriktirmek için başka bir yerde görülmeyen bu tutumun Batı’da olduğudur. Ona göre, «Bu kapitalizmin ruhudur. Batı’da biriktirilen servet, rahat bir yaşam kurmak için değil, işletmelerin büyümesi için kullanılır. Bu tutum, Hristiyanlık, ancak özellikle Protestanlık’tan gelmektedir. Weber (2011) bu bağlamda, Batı ile karşılaştırarak Doğu’nun ekonomik olarak geri kalmışlığını irdeler. Ona göre, Batı’da bulunan değerlerde, eşsiz ve belirgin ölçüde rasyonellik ve öngörü vardır.

Weber’in Doğu ve Batı karşılaştırması şöyle özetlenebilir:

– Batı’da kamusal ve özel mülkiyet birbirinden ayrıdır. Doğu’da ise kamusal ve özel makamlar kaynaşmıştır. Bu da Batı’da rasyonel, Doğu’da ise irrasyonel kurumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

– Batı’da, toplumsal sınıflar arasında güç dengesi vardır, Doğu’da ise yoktur. Bu durum Batı’da ilerlemeyi sağlarken, Doğu’da tek güç devlette toplandığı için ilerlemeye sekte vurmuştur. Buna göre kapitalizmin sahneye çıkışı, Batı’da ne kadar kaçınılmaz ise, Doğu’da ise o derece olanaksızdır.

– Doğu ile Batı arasında anılan ayrımların bilime yansıması ise, Batı’da rasyonel bilimi, Doğu’da ise mistisizmi ortaya çıkarmıştır.

Günümüz Oryantalisti Huntington’un Görüşü

Günümüzün öne çıkan oryantalistlerinden birisi de, Amerikalı Siyaset Bilimci, Samuel P. Huntington’dur. Huntington, oryantalist yaklaşımlarını, dinsel temelli bir farklığa dayandırıyor ve temel olarak küresel politikanın yüzlerce yıllık birikimler sonucu oluşmuş kültürler çerçevesinde şekillendiğini ve kültürel olarak dünyada çeşitli blokların oluştuğunu savunuyor (Huntington, 2011). Hatta Ona göre bu kamplaşma Soğuk Savaş Dönemi kapitalizm ve Marksizm ayrışmasından çok daha şiddetli ve tarihi temelleri olan bir çatışmadır. Bunun sonucunda Huntington özellikle tarihi, ideolojik ve dini-kültürel sebeplerle birbirine düşmanlık güden medeniyetlerin çatışmasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Ona göre:

– 21. Yüzyıl din ağırlıklı bir uygarlıklar çatışması ile belirlenecektir. Bu çatışma, en geniş coğrafyalara yayılmış iki medeniyet (Batılı ve İslam) arasında kaçınılmaz olacaktır.

– Bugünkü dünyada insanlar arası farklılıklar artık esas olarak kültüreldir. Kültürel yakınlıkları olan toplumlar işbirliğine gitmektedir.

– Batılılar, uygarlıklarının evrensel değil, tek ve biricik nitelik taşıyan bir uygarlık olduğunu kabul etmelidirler. Batı uygarlığının yenilenmesi ve korunması, Batılı olmayan toplumlardan gelen saldırılara karşı birleşmelerine bağlıdır.

– Batı uygarlığının değerleri evrensel değildir, bunlar yalnızca Batıya özgüdür, dünyanın geri kalan kısmı ise “farklı” dır.

Huntington’un söz konusu kitabında Türkiye’nin de özel bir yeri ve önemi vardır. Kitabında, Türkiye’ye İslam dünyasının liderliğini uygun görüyor, ancak Türkiye’nin İslam ve Batı medeniyeti arasında bocalayan bir ülke olduğunu ifade ediyor. Atatürk’ün mirasının olduğu gibi yadsınması da öneriyor.

Kaynakça

Huntington, S., 2011. Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması (Çeviri: Özdemir, C.; Turhan, M.) Okuyan Us Yayınları, İstanbul,

Marx, K., 1976. Kapital.Üçüncü Cilt. Birinci Baskı. Sol Yayınları.

Marx, K. ve Engels, F., 1976. Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri . Birinci Baskı. Sol Yayınları.

Said, E. W., 2010. Şarkiyatçılık. Batı’nın Şark Anlayışları. Beşinci Baskı (Çeviri: Ülner, B.) Metis/Kültür Yayınları.

Weber , M., 2009. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu (Çeviri: Solmaz, G.) Alter Yayıncılık.

Bunları da sevebilirsiniz