Pedro’nun Günlüğü: Türkiye’nin Dört Yılı 1552–1556

Bir İspanyol denizcisi, 1552 yılında İtalya’nın Ponza adaları yakınlarında pusuda bekleyen Sinan Paşa komutasındaki Türk donanmasının baskınında esir düşmüş. İstanbul’a getirilen Pedro, dört yıla yakın esaretten sonra bir fırsatını bulup kaçmış. Esaret yıllarındaki gözlemleri bilinmeyen bir yazar tarafından kaleme alınarak, 1557’de İspanya Kıralı II. Felipe’ye takdim edilmiş. 1905’te bu el yazması, Manuel Sanz tarafından neşredilmiş. Bu yayın 1970’lerde A. Kurutluoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiş.

Kitap, Pedro’nun dört yıl boyunca yaşadıklarını, arkadaşları Juan ve Matalos’un meraklı sorularına verdiği cevaplar şeklinde nakletmektedir. Çok iyi bir gözlemci olduğu fark edilen Pedro’nun anlattıkları, Kanuni çağının dışarıdan nasıl göründüğüdür. Bazı yerlerde mübalağa etmiş olsa da, Habsburgların elçisi Busbek’e göre daha tarafsızdır. Bu dikkatli, kulağı delik ve öğrenmeye meraklı kişilik sarıkların nasıl sarıldığından, Kalenderi ve benzeri dilenci dervişlerden, onların her yıl gezilere çıkıp, 8000 kadarının yılda bir defa Seyit Gazi de (Seyit Battal’ın mezarı demiş) toplanıp Azam Baba’ya gördüklerini anlattıklarından ve yedi günün sonunda haşhaş çekip dans ettiklerine kadar şaşılacak bilgiler vermektedir. İnsan acaba gördü mü? diye düşünmektedir. Bugün Battal Gazi’nin mezarının nerede olduğu, acaba kaç kişi tarafından bilinmektedir? Sarıklar hakkında anlattıklarından, sarık sarmanın hüner ve özel sarık sarıcıların olduğunu, en ufak kirlenmede yıkandığını, ne kadar kalın olursa kılıç darbesinden kafayı o kadar iyi koruduğunu öğreniyoruz. Ne ayrıntılara dikkat etmiş!

İstanbul’un o zamanki zenginlik ve ihtişamı Pedro’nun gözlerini kamaştırmış belli ki. «Roma, Venedik, Milano, Paris hepsi ticaretleri, güzellikleri ve bolluklarıyla bir araya gelseler yine de İstanbul’u geçemez” demiş. Bezistan (Kapalıçarşı) mücevherciliğini hayranlıkla anlatmış. Hâlbuki o tarihte İspanya, Amerika yerlilerinin hazinelerini İspanyaya taşımakla meşguldür.

Biraz tıbbi konulardan haberdar olan Pedro kendini hekim olarak tanıtmış ve Kanuni’nin damadı Rüstem Paşa’nın kardeşi Sinan Paşa’nın hizmetinde çalıştığı için saray ve çevresine nüfuz edebilmiş, verdiği bilgiler gözlemlerine dayandığı için doğrulardan pek sapmamış. Sinan Paşa’dan da övgüyle söz etmiş, hastalandığında onu tedavi etmiş. İspanyadan kovulan Yahudi hekimlerin hâkimiyetinden, bunların şarlatan, cahil, kimseler olduğundan bahsetmiş. O devirde Batı’nın hiç bir konuda üstünlüğü olmadığı gibi, tıp sahasında da yok. Henüz İslam dünyasından Endülüs ve Güney İtalya yoluyla gelmiş tercüme bilgilerle idare ediyorlar, kanaatimce Pedro biraz fazla övünmüş. Napoli yakınlarındaki Salerno Tıp Okulu’nun, yakın yüzyıllara kadar Arapça öğretim yaptığını, İtalyanlar kendileri turizm rehberlerinde yazıyor.

Neticede Pedro bir asker olduğu için en ayrıntılı bilgileri de Osmanlı Ordusu üzerine vermiş, On iki bin kişilik Yeniçeri askeri, yaşadıkları mihnetli ve disiplinli hayatı, kışlalarının yeri ve iç düzeni, azapları, topçuları, mehteri övgüyle anlatmış. Kendi askerleriyle karşılaştırırken hayıflanmış. «Büyük Türk’ün (Kanuni) atlarına bakan seyisler, Eflak-Boğdan ve Bulgaristan’dan gelen yarı vahşi adamlardır ve vazifelerinden bayağı gururlanırlar” demiş. TV de 8. Henri’msi diziye (Muhteşem Yüzyıl) takılanlar, Pedro’nun günlüğünü okusalar daha iyi (keşke senarist de okusaydı). Tabii ordu mensupları, denizciler ve özellikle de topçu subayları. Pedro, «Dünyada hiçbir kıralın Türkler kadar topu ve topçusu yoktur, buna taşıma teçhizatı da dahildir, İstanbul’da bir yana atılmış toplar bile bizim halen kullandıklarımızdan üstündür” demiş. Ama Sofi top kullanabilseymiş, Türklerden baskın çıkarmış. Birden karşımıza çıkan bu Sofi kim? Kim olacak, Safeviler tabii. Yazarın uyanık ve kulağı delik olduğunu yazmıştık. Esaret dönemi Şah Tahmasb ve Safevi fitnesi zamanına denk geliyor. Pedro onların da Türk olduğunu bilmediği için, Safevi ağzından İran krallarının Hz. Muhammed’in soyundan geldiğini, Müslümanlığı koruma vazifesinin Safevilere düştüğünü, Trabzon (Rum) ve İstanbul’un meşru varisi olduklarını anlatmış. Şaşılacak bir şey yok, Şah İsmail aynı zamanda Trabzon Rum İmparatoru’nun da torunu.

Piyadesi ve topçusu olmayan Sofi’nin, 60 bin atlısının baskın ve oynak savaşla Büyük Türk’ü peşinden koşturduğunu uzun uzun anlatmış, anlamadığım bir şey ama Harp Tarihi bakımından okunmaya değer satırlar olsa gerek! 60 bin Safevi atlısı etrafı yakıp, yıkar halkı kılıçtan geçirir, ekin ve insan bırakmazmış (Hz. Muhammed ve İslam’a hizmet adına herhalde). Bir sanat tarihi kitabında, Safevilerin Van gölü çevresini 25 yıl boyunca yakıp yıktıklarını okumuştum. Çevre niçin harabe haline gelmiş anlaşılıyor. İki yüz yıldan fazla süren Safevi fitnesinin bu işteki katkısı unutulmamalı.

Pedro senyör ve prenslerini öğütlüyor, ayrıca «Hıristiyan prenslerimiz Türklerle savaşmak isterlerse, İranlılarla savaş halinde olduğu zamanı seçmelidir” diyor. Onlar da zaten öyle yapıyordu bildiğim kadarıyla.

Sinan Paşa’nın vefatı üzerine Pedro kaçmaya karar vermiş, elçiliklerin Avrupa’dan gönderilen kurtuluş akçelerini kullandıklarını (tefecilik) ve esirlere rastladıklarında görmemezliğe geldiklerini fark etmiş. Bir Rum kaçakçı çetesi ile anlaşmış ve beraberinde arkadaşı yaşlı İtalyan cerrahla birlikte o zaman Osmanlı hükümranlığında olan Aynaroz üzerinden kaçmışlar. Aynaroz manastırları ilginç, manastırların küçük bir keşiş ordusu ve topçu keşişleri varmış, korsan baskınlarına karşı. Sonunda cerrah arkadaşıyla İtalya’ya ulaşabilmiş, oradan da vatanına. Çektiği bütün sıkıntılara, yediği ziftli kamçılara, zincire bile vurulmasına rağmen Pedro asla Osmanlı dünyasını kötülememiş, hatta yerine göre övmüş, hayratların çokluğundan ve temizliklerinden bahisle. Bizim gemilerde dört yıl bir yıl kürekçi olmaktansa, Türk gemisinde dört yıl forsa olmak daha iyidir, hiç değilse peksimetleri iyi ve daha çok veriyorlar demiş. Ama mutfağımızı hiç beğenmemiş. Doğrusu fena halde alındım. İlahi dostum! Paşa konağında hiç mi Hünkârbeğendi yemedin?

Tercüman 1001 Temel Eser serisinden, yıllar önce yayımlanmış bu kitabı bulup okuyacaklar engizisyon çağında Pedro’nun objektif gözlemleriyle dostumuz olduğunu fark edecektir. Anlattıklarını, durmadan internette dolaşan yazısıyla «Muhteşem” dönemini kötüleyip aşağılayan, Seydi Ali Reis saplantılı Jeolog Prof. Dr. Celal Şengör de okusa ne iyi olur, belki o zaman bir şeyler öğrenebilir. Onun o fevkalade bilimsel (!) yazısını durmadan birbirilerine paslayanlar da Pedro’yu okumalı, tarihin bir övgüler ve sövgüler kitabı olmadığını anlamalılar.

Gelelim Pedro’nun günlüğüne, 1964 yılında Fuat Carım kitabın Fransızcasını Türkçeye çevirmiş. Nobelli yazarımız Orhan Pamuk da, «Beyaz Kale” adlı romanında Pedro’nun günlüğünden ilham almış.

Bunları da sevebilirsiniz