Çirkin Ördekten Kuğuya Seçim Feminizmi

Ülkemizde 2006 yılında Digiturk tarafından yayınlanan reality şov The Swan (İng. «Kuğu”), Hans Christian Andersen’in «Çirkin Ördek Yavrusu” masalına dayanıyor. Aslen Amerikan televizyon kanalı Fox’ta 2004 yılında gösterilen ve ikinci sezon sonunda iptal edilen programın her sezonu, finalde gerçekleştirilen bir güzellik yarışmasının da içinde olduğu dokuz bölümden oluşuyor.

Programın her bölümünde kendilerini «çirkin ördek” olarak niteleyen iki kadın, yıllardır iple çektikleri dönüşümden geçerek güzel ve zarif birer «kuğu”ya dönüşüyor. Dönüşümlerin tamamlanmasından sonra kadınlar arasında en büyük değişimi geçiren seçilerek, güzellik, zarafet ve genel değişimin değerlendirileceği” (The Swan, 1.01) bir güzellik yarışmasına sokuluyor. Şov bize kadınların geçirdikleri değişimi anlatan şu sözlerle başlıyor: «Şu ana kadar yapılan en eşsiz yarışmada sıradan bir grup kadın hayatlarını kozmetik ve plastik cerrahlardan oluşan bir takıma teslim ediyor. Bu kadınlar güzellik kraliçesi olabilme şansı için üç aylık merhametsiz bir yeniden yaratılma sürecinden geçecekler. Her hafta iki yarışmacı baştan yaratılacak, ancak sadece biri güzellik yarışmasına katılabilecek güzellikte olabilecek. Kuğu değişimi disiplin, fedakarlık ve acı gerektirecek. Yarışmacılar sürekli sınanacaklar. Ve tüm bunları değişimleri tamamlanana kadar kendilerini görmeden yapacaklar. Sadece «Kuğu” tacını takabilmek için”.

Her bölümün başında iki plastik cerrah, bir diş hekimi, bir terapist, bir hayat koçu ve bir vücut geliştirme uzmanından oluşan «değişim takımı” ile birlikte iki yarışmacının, çocukken görünüşleri yüzünden kendileriyle ne kadar dalga geçildiğini ve bunun yetişkin yaşamlarını nasıl kötü etkilediğini anlattıkları videolar izliyoruz. Yarışmacılar daha sonra vücutlarının en çok hangi kısımlarından nefret ettiklerinden ve bunun mutlu olmalarını nasıl engellediğinden bahsediyorlar. Videolarda hepsi bol, dikkat çekmeyen giysilerle dağınık saçlarla ve üzgün bir ifade taşıyan, makyajsız, yorgun yüzlerle görünüyor. Bu kadınların görünüşleri yüzünden hayatları boyunca acı çektiklerine hala inanmadıysak, videoda gözyaşı döken kadınlara acıyarak bakan uzmanların yüz ifadeleri bizi ikna ediyor. Uzmanlar daha sonra bu «sıradan kadınları” nasıl kuğulara çevireceklerini anlatıyorlar. Kadınların sarkık ve çirkin gri iç çamaşırları giymiş görüntüleri ekrana yansıdığı sırada, sırayla her bir uzman onların vücutlarındaki «kusurları” ve bunların nasıl düzeltilebileceğini sayıyor.

Yarışmacılar daha sonra aynalar, camlar ve tencereler gibi tüm yansıtıcı yüzeylerin kendilerini görmemeleri için kaplandığı dairelere götürülüyor. Üç ay boyunca yansımalarını görmeleri yasak olan yarışmacıları başka kurallar da bekliyor: Ailelerini görmeleri yasaklanıyor, diyetlerini bozmamaları için buzdolapları sürekli kontrol ediliyor ve her gün iki saatlerini spor salonunda geçirmedikleri takdirde yaşam koçu tarafından çocuklar gibi azarlanıyorlar.

Daha sonra kadınlarla birlikte diş hekimini ziyarete gidiyoruz. Diş hekimi kadınlara dişlerine bakmadıkları için kızdıktan sonra onlara nasıl «daha feminen bir gülüş” yaratacağını anlatıyor. Daha sonra yarışmacılar plastik cerrahlara götürülüyor. Bir kez daha doktorlar onları nasıl «feminenleştireceklerini” sıralıyor. Cerrahların üzerlerinde uygulamak istedikleri operasyonları aşırı bulan kadınlar değişime açık olmadıkları gerekçesiyle yarışmadan eleniyor. Sonunda yarışmacılar tüm vücutlarını kapsayan ağır bir ameliyat geçiriyor. Her tarafları sargı bezleriyle kaplı ve acı içinde ameliyattan çıktıktan sonra iyileşmek için dairelerine gidiyorlar. Bu süreç sırasında pek çok yarışmacı depresif bir ruh haline bürünüyor. Kimileri o kadar acı çekiyor ki, ölmek için dua ediyor (The Swan, 1.04). Daha sonra yarışmacıların terapi seanslarını izliyoruz. Seanslarda yarışmacıların eşleri tarafından aldatılmaktan, aileleri tarafından terk edilmeye kadar olan tüm sorunları dış görünüşlerine bağlanıyor. Dış görünüşleri değiştikçe kendilerinin de değişeceği ve tüm sorunlarla daha kolay baş edecekleri mesajı veriliyor.

Üç ay süren zor bir süreçten sonra yarışmacıların değişimlerinin meyvesi sonunda açığa çıkıyor. Uzmanlar ve yarışmacıların aileleri bir odada toplanarak yarışmacıların gelmesini bekliyor. Önceki halleri bize bir kez daha hatırlatıldıktan sonra yarışmacılar ağır makyajları, süslü gece elbiseleri ve çıtçıtlarla uzatılmış saçlarıyla ortaya çıkıyor. Bir perdenin arkasına gizlenmiş olan aynanın önünde heyecanla bekliyorlar. Perde yavaşça kalkıyor. Yarışmacılar aylardır görmedikleri yansımaları karşısında hayrete düşüyor; «Aman Tanrım” çığlıkları eşliğinde ağlamaya başlıyorlar. Daha sonra uzmanlar hangisinin daha zarif ve güzel bir kuğu olduğuna karar veriyor. Seçilen kadın kendisi gibi değişim geçiren diğer kuğularla birlikte bir güzellik yarışmasına sokuluyor. Seçilmeyen kadına ise değişime yeterince açık olmadığı ve «duygusal sorunlarını” henüz aşamadığı söyleniyor.

Peki ya seçim feminizmi The Swan’da kendini ne şekilde gösteriyor?

Programda kadınların değişim öncesi halleri hem kendileri, hem aileleri ve eşleri, hem de programın sunucusu ve uzmanları tarafından «sıradan” olarak tanımlanıyor. Programa katıldıklarında fena halde özgüven yoksunu olan kadınlar, değişim sonrası kendilerini aynada gördüklerinde inanılmaz derecede güzel olduklarını ve özgüvenlerinin nasıl hemen yerine geldiğini söylüyorlar. «Güzelleşmenin” ve dış görünüşüne özen göstermenin kadınları mutlu ve özgüven sahibi yapacağı ima ediliyor. Yarışmacıların ruh sağlıklarının dış görünüşlerine bağlı olduğu yönündeki inançları, post-feminist düşüncenin dış görünüşe yaptığı vurguyu andırıyor. Onlar için özgüven akademik ya da profesyonel başarıdan değil, toplumun «güzel” anlayışına uymaktan kaynaklanıyor. Ve izleyiciye yarışmacıların bu güzellik anlayışının etkisinde kaldıkları için değil, sadece «normal” olmak istedikleri için ve dış görünüşlerinin iç güzelliklerini yansıtması amacıyla değişim geçirdikleri izlenimi verilmek isteniyor. Değişim sonucu ortaya çıkan sonuçların şaşırtıcı derecede benzer olmasına ve bu kadınların en başta kendilerini çirkin hissetmelerine neden olan güzellik ideallerini daha da güçlendirmelerine rağmen onları feminizmin getirilerini silmekle suçlayamıyoruz. Çünkü programa katılmayı kendileri seçiyorlar ve hayatları üzerinde kontrol sahibi olmak istedikleri için onları yargılayamıyoruz.

The Swan, «feminenlik” kavramını da vurguluyor. Hem yarışmacılar, hem de uzmanlar arasında «feminenlik eşittir güzellik” zihniyeti görülüyor. Feminenliğin çekici olduğu ve bu yüzden tüm kadınların feminen görünmek için çabalaması gerektiği mesajı, post-feminizmin kadın-erkek eşitliğini sağlamak için topuklu ayakkabılarımızı ve kırmızı rujumuzu bir kenara atmamız gerekmediği yönündeki fikriyle benzerlik taşıyor. Kadınlara feminenliklerini kutlayabilmeleri gerektiği ve bunun kendi seçimleri olduğu, bu nedenle kendilerini metalaştırmak sayılamayacağı söyleniyor. Kadınların çekici görünebilmek için katı bir feminenlik kalıbına sığmaları gerektiği mesajını kişinin seçim özgürlüğüne bir övgü olarak sunarak program seçim feminizmi söylemine dahil oluyor.

Programda dış görünüşün kadınları mutlu edeceğinin ve değişimlerinden sonra tüm sorunlarının mucizevi bir şekilde çözüleceğinin ima edilmesi, «mutluluk” yolunda her şeyin mübah olduğu ve yarışmacıların değişimlerinin toplumun güzellik anlayışını daha da silinmez hale getirmesinin önemsiz olduğu anlayışıyla bir arada sunuluyor. Programdaki baştan yaratılma teması seçim feminizmi söylemininin kişiselci ve sonuca bakan karakterini yansıtıyor.

Bunları da sevebilirsiniz