Anadolu’da nice küçük kentler gördüm; insanlar tanıdım. Bu gördüğüm yerlerin bende bıraktığı izler zamanla belleğime kazındı. Bu durum birçoğumuzun başına gelmiştir. O izler günün birinde sizin karşınıza bir imge olarak çıkar; bu yazı da o izlerin bir sonucu olarak kaleme alındı.
Size öyle bir kent tanımı yapacağım ki: Bu kent, sizin de tanıdığınız, belki içinde bir süre yaşadığınız ya da yaşıyor olduğunuz kentle benzerlikler taşıyabilir.
Esasen kentler de insanlara benzer. Onların bir aynasıdır.
Bu anlatacağım kenti, askerlikte tanıdığım ve bende derin izler bırakan ‘İtalyan Çukuru’na benzetirim.
Askerlik yapmamış kadın okurlar için ‘İtalyan Çukuru’nu kısaca anlatmaya çalışayım, belleğimde kaldığı kadarıyla.
Bu çukur, bir küpe benzer. Küpün kenarları iki buçuk metre, yüksekliği de iki buçuk metredir. Çukurun üstü açık, yan kenarları betondur.
Askerlik yapan hemen herkes bu çukura düşmüştür ya da benim gibi düşmek zorunda kalmıştır! Askerliği kısa dönem yapsak da bundan kurtuluş yoktu. Çukura atlamak gayet kolay; asıl marifet çukurdan yardımsız, tek başına sıçrayarak çıkabilmektir. Bu kadar dar mesafeden beton duvara ayaklarınızla çarpıp ellerinizin yardımıyla kendinizi dışarı atmaya çalışacaksınız. Bu, herkesin harcı değil ki, ben de beceremeyenlerdendim. Ancak bir arkadaş yardımıyla çukurdan çıkabildim. Ve bir daha da denemeye kalkmadım.
Anadolu’da bazı ovalara çukur denilir. Hatta volkanik oluşumlarla oluşmuş aklıma geliveren Orta Anadolu’da bir Obruk Çukuru vardır. Neyse adlandırmayalım konuyu.
Böylesi bir İtalyan Çukuru’nda yaşayan insanlar, birbirlerinden başkasını pek görme şansları yoktur. Bu nedenle hemen herkes birbirini çok yakından tanır ve bilir. Kim nerede, kiminle, ne yapıyor, kim ne satın almış, kim kimin kuyusunu kazıyor bilirler. O çukura araştırma ve gelgeç ticaret amacıyla gelen üç beş yabancının dışında kimseyi tanımazlar.
Böyle çukurların bir diğer özelliği, insanların taklit yeteneklerinin çok gelişmiş olmasıdır. Çünkü çukurda, sadece orada yaşayanları görme şansı olan birinin yaratıcılığını geliştirme şansı verilmez. Her şeye karşın bunu ortaya koyduğunda taklit edilmekten korkar. Böyle biri dışa açılma ya da çukurdan çıkma becerisi olmadığı, hele bir de yardım edeni yoksa ömür boyu orada yaşamak zorundadır. Çalışmayan demir paslanır örneği zamanla yetenekleri de paslanır gider.
Çukurdan çıkmayı gerektirmeyen bir diğer etkense, bu tür yerlerin ılıman özellikte bir iklime sahip olmasıdır. Ne fazla yakıta ne ömür törpüsü bulutaltı bir atmosfere sahiptir. Böylesi bir iklim bırakılır da, gidilir mi elin kır memleketine! Ilıman iklim ve bereketli toprakları vardır. Her yıl az bir çabayla iki üç ürün de kaldırılır. Çok az bir gelirle ve devlet yardımıyla da geçinip gidersiniz burada.
Herkes herkesi bildiği için az çok denmez onlar da yardım yaparlar. Bu da çukurun güzel bir özelliğidir. Ancak insanlar, körle yatan şaşı kalkar hesabı ya da ‘üzüm üzüme baka baka kararır’ atasözünü doğrularcasına, tembellik genlerine işlediğinden olsa gerek birçok kişi Bayındırlı öykü yazarı Mehmet Önder’in deyimiyle ‘tembellikten emekli’ olmayı kafasına koymuştur.
Çukurda yaşayan bazı insanların diğer bir özelliği, hiç çalışmadan kısa yoldan zengin olmak istemeleridir. Özellikle erkekleri çalışmayı sevmediği için ya kumar oynar, ya diğer bazı gayri meşru işlere kalkışır. Günboyu kadınlar tarlada çalışır, adamları da kahvede pişpirik oynar, gece de hovardalık yapar. Kadınları da hovardalık yapmayanı erkekten saymazlar.
Cepte beş kuruş yokken ağızda pahalı filtreli sigara savurmak, Murat marka arabaya çelik jant taktırıp, son ses müzikle sokaklarda insanlara hava atmak da işin cabasıdır.
Kahvehanesi boldur bu yerlerin. Canı sıkılan bazıları ya da çay içecek parası olmayanların yaptığı gibi ya bir büroya giderler, onların yaptıracakları bir işleri muhakkak vardır. İşyeri sahibine aldırmazlar. Gelen müşterinin gizli bir işi varmış, hiç önemli değil. Kibarlık gereği sorulan her çay teklifine hiç hayır denmez, akşama kadar büroyu bloke ederler. Onlar günü böylece kurtarırlar. Yarına Allah kerim! Bulunur bir başka yazıhane, kıtlığı mı var güzelim memlekette…
Peki, bu çukurdan hiç mi çıkan olmuyor?
Neden olmasın? Hem de pek çok. Ancak bunlar bu çukurdan çıkmanın zorluğunu yaşayarak gördükleri ve inatla çıkmayı istedikleri için epey deneyim yaşamak zorunda kalırlar. Çıkmayı başaran içinse artık dünya, ne o çukurda yaşayanlardır, ne de gece gündüz gördüğü masmavi gökyüzü!
O, arkasına bakmadan yepyeni bir yaşama -başarmak zorunda olduğunu bilerek- adımlarımı atar.