Kalitesiz Siyaset ve Siyasetçilere Yeni Kamuflaj: Dersim

Son bir aydır, yine Dersim ile yatıp kalkıyor Türkiye. Birçoğumuzun düne kadar, Dersim’in neresi olduğuna dair bir fikri bile yoktu. Bingöl, Erzincan, Malatya ve Elazığ illerimizin çevrelediği; 6.300 km kare büyüklüğünde bir yurt parçası Dersim. Derinliği 70, genişliği 90 km olan bu yurt parçasının toprağı, tarım yapmaya pek elverişli değildir.

25 Aralık 1935’te kabul edilen bir yasayla (2884 sayılı) Dersim’e «Tunceli” ismi verilmişti. Cumhuriyet hükümeti, 2 Ocak 1936’da yürürlüğe giren bu yasayla eşzamanlı olarak, Dersim’i kalkındırmayı amaçlayan bir yatırım programı başlatmıştı. Bu amaçla bütçeye konulan 4.000.000 lira büyüklüğündeki ödenekten, ilk aşamada: Murat Nehri üzerindeki Pertek Beton Köprüsü, Pertek-Hozat yolundaki Singeç Beton Köprüsü, Elazığ-Pertek-Hozat-Pülür Karayolu, Pülümür ve Ovacık’ın merkezi olan Pülür’de birer kışla ve hükümet konağı, bazı okul ve dispanserler ile halkevi binaları yapılacaktı.

Aşiret Reisi Seyit Rıza o günlerde, Kürpik’te düzenlediği bir toplantıda, «Mektep, nahiye bizim nemize? Bunları ortadan kaldırmalı, hepsini yakmalıyız” diyordu[1]. Ne acıdır ki, aradan onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen, birileri o bölgede devletin okullarını, sağlık ocaklarını ve iş makinelerini yakmaya devam ediyor.

«PKK ile mücadele edilmeli”; «Türkiye’nin bölünmesine ve kardeş kavgasına karşıyım”; deyip, Seyit Rıza ve silahlı adamlarını kutsayan, arkalarından ağıtlar yakan tüm aymaz siyasetçilere sesleniyorum: Ya mücadele etmeyi bırakın, ya da boş konuşmayı. Milletin size verdiği görev: Kabuk tutmuş yaraları kaşıyıp kanatarak, yurttaşları din, mezhep ve köken temelinde kamplara ayırmak değil; ülkenin dağ gibi birikmiş sorunlarını çözmektir.

Sorumluları ve sonuçları, iktidar ve ana muhalefet partisi arasında ağız dalaşına dönüşen: 1937-1938 Tunceli Tedip Harekâtı’nı, bir makalede anlatmak mümkün değil. Bir tarihçi olarak benim, başkalarınınki kadar kendi mesleğime de saygım var. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı’nca 1972 yılında yayımlanmış, «Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938)” başlıklı kitapta, bu harekâta tam 115 sayfa ayrılmış (ss. 365-480). Kaynak Yayınları 1992 yılında bu kitabı yeniden bastı, merak eden açıp okur.

Ancak bu harekâtın nedenleri üzerine birkaç satır yazmak isterim. Dersim’e terbiye vermek («tedip”, terbiye verme demektir) isteyen cumhuriyet hükümeti, neden aynı mezhep ve kökenden yurttaşların yaşadığı çevre illere terbiye vermek için harekât yapmamıştır? Dersim özelinde bir sıkıntının varlığı ortadadır. 1920’li yılların ikinci yarısında, Diyarbakır Valiliği yapmış olan Cemal Bey’in (Bardakçı) Dersim içinde dolaşarak yazdığı rapor, bu sıkıntıyı tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır: «Dört yüz seneden beri Dersim’e hükümet nüfuzu girmemiş, ilmi anlam ve kapsamı ile bir otorite kurulamamıştır. Her Dersimli hayatını, malını korumak kaygısı ile silahlı bulunmak zorunluluğunda kalmıştır[2].

Görünen o ki, cumhuriyet idaresinin ulaşmadığı/ulaşamadığı Dersim’de, paralel bir devlet görüntüsü vardır. Ankara oradan vergi toplayamaz, asker alamaz durumdadır. Egemen bir devletin bu duruma rıza göstermesi mümkün değildi.

Hükümetçe başlatılan yatırımlara mukavemet etmek isteyen aşiret reisleri ve silahlı adamlarına karşı yapılacakları konuşmak üzere 4 Mayıs 1937 günü, Reisicumhur K. Atatürk ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi F. Çakmak’ın da katıldığı bir bakanlar kurulu toplantısında «köyleri tamamen tahrip etmek” ve «aileleri uzaklaştırmak” gibi katı hükümler de içeren bir karar alınır[3]. Sonraki günlerde başlayan harekâtta, çok sayıda Dersimlinin öldüğü ve sürgün edildiği artık bir sır değildir.

Dünyanın her yerinde, devlete kimler silahla mukavemet etmiş ise, etkisiz hale getirilmiştir. Dolayısıyla Dersim nedeniyle bir sorumlu aranacaksa, bu CHP değil devletin kendisidir. Bu arada, etkisiz hale getirme eylemi sırasında, masum insanların hayatını kaybetmesi üzücü ve mazur görülemez/gösterilemez bir durumdur.

Siyasetçilerin, bunca on yıldan sonra, çoktan kabuk bağlamış bu yarayı neden kaşıyıp kanattıklarına gelince? Cevabı başlıkta vermiştim: Kalitesizlik. Tunceli harekâttan 10 yıl sonra, kız çocukların en çok okula gönderildiği ilimizdi. Şimdi kaçıncı sırada? Tunceli’yi kasıp kavuran işsizliği çözmek konusunda, siyaset kurumu ve siyasetçiler neler yaptılar? Gelişmişlik endeksinde Tunceli, 1930’lardan buyana kaç basamak yükseldi? Bu ilimizde artık yeşil kartlı yok mu? Töre cinayeti, okullaşma ve sağlık hizmeti götürme noktasında, Tunceli’de siyasetçilerin herhangi bir başarısını hatırlayan var mı? Bu sorular uzayıp gider. Başbakanın devlet adına Tuncelili yurttaşlarımızdan özür dilemesi, bu sorunların hiçbirini çözmez.

Sözün özü: Siyasetin millete hizmet için araç olduğunu unutmuş, siyaset yapmayı meslek zanneden beyler! Horoz dövüşünü bırakın, iş yapın. Çünkü Türkiye’nin boşa harcayacak bir saniyesi yok.

Tunceli’de öncelikle henüz suyu olmayan konutların, şebeke kapsamına alınmasıyla işe başlamanızı öneriyorum. Böylece yurttaşlarımız, geçen seçimlerde kendilerine dağıttığınız çamaşır makinelerini paslanmadan kullanabilirler.



[1] Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap (İkinci Bölüm), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996, s. 199.

[2] Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Ankara: Gnkur. Basımevi, 1972, s. 377.

[3] Aynı Kitap, Ek 4, s. 491.

Bunları da sevebilirsiniz