Anadolu’da Bilgelik ve Buyurganlık

Anadolu coğrafi konumu itibariyle önemli bir kavşaktır. Aynı zamanda kültürel olarak da birçok kültürün sentezlendiği, kendi içinde birleşip damıtıldığı bir ortamdır. Göçler ve savaşlar sebebiyle Anadolu’ya gelen halklar bu sentezlemeyi sürekli kılmıştır.

Yerleşik olan her zaman göçebe olanı belirler. Çünkü yerleşik olan toprağın durumunu, iklimin nasıl olduğunu ve yaşamak için gerekli olan unsurların nasıl elde edileceğini bilir. Bu sebeple zamanla göç edenler yerleşik olana benzemeye başlar.

Yerleşik olan göç edene bilgi aktarırken, en doğru bildiğini tavsiye eder. Sonuçta sınanmış, deneyimle test edilmiş bilgiler süreç içinde aktarılır. Daha sonra ilişki güçlenir, göç edenle yerleşik olan kaynaştıkça, sınanmamış bilgilerin de alışverişi gerçekleşir. Bu bilgiler uzun süreçlerin sonunda menkıbelere, efsanelere, masallara ve mitlere dönüşür. Bu sözlü anlatılar içinde yaşar.

Anadolu bu tarz yerli ve göçmen ilişkisine sürekli mekân olmuş, bu özelliği ile de zamanda derinliği olan bir kültürel havza olmuştur. Böyle olmanın gündelik hayat içinde farklı bir pratikliği, farklı bir derinliği vardır. Bu derinliği atasözlerinde, menkıbelerde, efsanelerde, gelenek ve göreneğe sinmiş bulunan davranış kalıplarında görmek mümkündür.

Farklı bilgilenme biçimleri farklı inanç sistemlerini meydana getirir. Sadece kabul ve itaatle meydana gelen bilgilenme otoriter bir bilgilenme sürecine karşılık gelirken buyurgandır, anlamaya ve araştırmaya yönelik bilgilenme ise bilgeliktir.

Bilgece davranışlar mazlumun yanında olma, adil olma, onurlu olma gibi durumlara karşılık gelerek tarihsel bir sürekliliğe sahipken, tarih boyunca Anadolu’da yüzlerce devletin kurulması, onlarca dinin yayılıp ortadan kalkması da buyurgan anlayışların sonu hakkında bilgi vericidir.

Kültürel birikimimiz olumlu, halkçı anlamda, Anadolu insanının gelişmesi, daha insancıl bir dünya kurması amacıyla kullanılırsa bilgece bir topluma dair yönelim olur. Kültürel birikim, birileri tarafından gelenek veya din adına sabitleştirilir ve bu sabitelere uymayan insanlar zorlanırsa toplum baskıcı özellikler kazanır ve yobazlaşabilir. İşte kültürel evrenimizdeki en temel çelişkimiz bu kendiliğinden olmak ile buyurganlık arasında yaşamaktadır.

Kendiliğinden olan ilişkide ilişkinin kendisinden doğan bir gereklilikle bilgi akıcı olup, ihtiyaca göre karşıdakine aktarılır. Baskı yerine paylaşma, bütünleşme ve birbirini tanıma vardır. Bu tanıma sürecinde yargılamadan uzak durulup, anlama ön plana çıkmıştır. Anlama ihtiyacı ise tamamlanmamış olduğunu bilmekle alakalıdır. Anlamaya çalışan karşıdakine değer veren onda kendi bilmediği bir şey olduğunu varsayandır. Bu tarz toplumlar içsel gelişmeyi önemser ve bilgece gelişme yolunda daha sanatsal etkinliklere yönelirler, söz sanatları, görsel sanatlar ve müzik bu tarz toplumlarda ve inanç gruplarında vazgeçilmez öğelerdir.

Buyurgan ilişki biçiminde ise açık bir tahakküm ilişkisi vardır. Bu ilişki güçsüz olanın güçlü tarafından biçimlendirildiği bir ilişkidir. Bilgi bellidir ve herkes bu belirli olan bilgiye göre kendini konumlandırır. Bu toplum yargılayıcıdır. Anlamak istemez çünkü her şeyi bildiğini sanır, bilmediğini, anlamadığını ise lanetler, yargılar ve cezalandırır. Bu mekanizmalar en çok kurumsallaşmış dinlerde, sabitlenmiş devlet ideolojilerinde görülür. Bu anlamıyla, sabitelerini dayatan anlayış her zaman birleştirici değil ayırıcıdır. Her öfkeli anlayış yok edicidir, çünkü kendisini koyduğu yerin, diğer tarafta karşılığı olmadığını bilir ve şiddetle kendisine olan eleştiriyi bastırır.

Anadolu tarih boyunca sahip olduğu kültürel katmanlaşmalar içinde bu iki unsuru bağrında taşımıştır. Kriz anlarında birleştirici bilgiyi ve bilgeliği üreten mekanizmalar ve unsurlarla krizi aşmış, daha sonra yargılayıcı anlayışların kurulan mekanizmaya hâkim olmasıyla yapı yeni bir krize girmiştir. Bu durumu devletlerin kurulup yıkılmasından, bireysel ilişkilerin birleşip dağılmasına kadar geniş bir yelpaze içinde görebiliriz.

Anadolu’nun binlerce yıldır biriktirdiği bu bilgeliğe yönlenen kültürel birikim, tarih boyunca birçok defa kendisini göstermiştir. 13.yy Anadolu’su devletsiz İslam aydınlanmasını Yunus Emre, Hacı Bektaş, Şemsi Tebrizi, Mevlana ile yaşamışken; 20. yy Anadolu’su ise bu anlayışa devlet olabilecek yapıyı kurmuş ve yukarıdaki erenlerin marifet dönemi dedikleri dönemi Türkiye Cumhuriyeti ile taçlandırmıştır.

Buradan hareketle söyleyebiliriz ki Cumhuriyet Anadolu insanının biriktirdiği bilgeliğin kültürel bir sonucudur. Fakat bu bilgelik bilgiye dönüşmediği için tarihsel olarak kendisi olmayı hak eden halka Mustafa Kemal’in önderliğinde sunulmuştur. Bu bilgelik sıkışmış olduğu buyurgan yapının içinden büyük bir devrimle kurtulmuş, sonuçta birçok katı yapı gibi zorla ortadan kaldırılmıştır. Bilgelik için buyurganlığa savaş açan bu anlayış anlamacı ve birleştiricidir. Birleştiriciliği sonunda «Kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyet” kurulmuş, tarihsel olarak güçlüler ile işbirliği yapan buyurgan yapılarla bağlar koparılmış, egemenlik onu hak eden millete verilmiştir. Cumhuriyetin kurulmasından sonra bu bilgece ruh uzun süre devam edememiş, buyurgan ve sistemci organizasyonlarla sistem kendini yok edecek olanlar buyurganlara teslim edilmiştir.

Bilgelik ve buyurganlık arasındaki savaş devam etmektedir. Güç ve otorite ile kendini var edebilen buyurganlar, Anadolu tarihinin her döneminde kurumsal yapıları ele geçirerek kendilerini garanti altına almaya çalışmışlardır. Bu sebeple otoriter anlayışlarla, devletin dili hep uyum içinde olmuştur. Bu sebeple dinlerin ve ideolojilerin kurumsal yapıları ile bağnazlık hep birbirini besler olmuştur. Bu sebeple «düzen” adına binlerce kişiye yaşam hakkı tanınmamış ve yok edilmiştir.

Geniş organizasyonlar, devletler ve organize dinler buyurgan olarak kendilerini var etmişlerdir. Fakat insanlar özel hayatlarında ve çocuklarına bırakmak istedikleri dünyalarda bilgece hayaller kurmuştur. Çünkü hiçbir insan iç dünyasında zalim olduğunu kabul etmek istemez. Zalimler bilgeliği sadece kendisini seven ve kendisinin sevdiği kişilerle paylaşmak ister. Bilgeler ise bütün insanlar ve bütün evrenle insana dair yüce değerleri paylaşmak ve yaşamak ister.

İşte Anadolu, kendisinin aşık olduğu binlerce yılın bilgeliğini içinde taşırken, bu bilgeliğe sırtını dönmüş buyurgan yönetimlerle zamanını geçirmiş ve geçirmektedir. Onlarca medeniyete beşiklik etmiş olan Anadolu, sentezlediği ve özetlediği kültürel birikimiyle bilgeliğin kendisiyle buluşacağı günleri özlemle beklemektedir.

Toplumun gittikçe kutuplaştığı, buyurganlık, öfke patlamaları ve yargılamanın arttığı günümüz Türkiye’sinde bu söylediklerimiz hayal gibi gelse de bu coğrafya insanlarının hissettiği ve çocukları için yaşanmasını dilediği dünya özlemi, söylediğimiz sözlerin insana dair gerçekliğinin kanıtıdır.

Bilgelik nazik, anlayışlı, saygılı ve ölçülüdür. Davet etmeden mahremimize gelmez. Buyurganlık ise gösterişli, otoriter, bencildir. Siz isteseniz de istemeseniz de sizi kontrol etmek ister. Buyurganlık sabırsız kısa ömürlü ve kişi ile sınırlı iken bilgelik uzun ömürlü ve bütün insanlarda ortaktır. Anadolu kültürünün sentez bilgisi olan bilgelik eninde sonunda bu coğrafyada hüküm sürecektir.




Bunları da sevebilirsiniz