Suriye’de muhaliflerle, iktidar güçleri arasındaki çatışma yoğunlaştıkça, uluslararası alanda Suriye’ye askeri bir müdahalenin gerekliliği konusundaki sesler de hızla yükselmeye başladı. Fakat işin ilginç olan tarafı, örneğin petrol zengini Libya konusunda inisiyatifi kimseye bırakmayan Batı’nın Suriye konusunda topu Türkiye’ye atması. Geçtiğimiz ay içerisinde, Batı basınını takip edenler, hemen tüm gazetelerin, ağız birliği etmişçesine, Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesi gerektiği yönündeki yazılarıyla karşılaşacaklardır. Türkiye’nin bölgede kilit ülke olduğu ve Suriye’deki istikrarsızlığın doğrudan Türkiye’ye zarar vereceğini söyleyenler, aslında, Türkiye’yi maşa olarak kullanmak istemektedirler. Türkiye’nin bu yönde politika izlemesi, yarardan çok zarar getirecektir.
DOLDURUŞA GELMEK
Libya konusunda Türkiye’yi dışlayan Batılı ülkeler, Suriye konusunda aynı istekliliği göstermiyor. Tersine bir müdahale yapılacaksa bunu Türkiye’nin yapmasını yada böyle bir müdahalede öncü rolü oynamasını istiyorlar. Örneğin İngiliz The Telegraph gazetesi bir analizinde «Türkiye askeri yeteneği, ulusal güvenlik çıkarları ve elverişli coğrafi konumu ile Suriye’ye müdahale edebilecek tek ülkedir” görüşünü dile getirmekte. Bu analizlerde öne sürülen fikirlerin, Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın «Suriye bizim iç işimizdir” demeciyle aynı zamana rastlaması, Batı’nın Türkiye’yi tehlikeli bir dolduruşa getirmeye çalıştığı izlenimi yaratıyor. Ümit ediyoruz ki Türk yetkililer bu oyunun farkındadır. Aksi taktirde, Türkiye Orta Doğu’yu kasıp kavuran karmaşanın içine düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
Suriye tabii ki Türkiye için önemli bir ülkedir. Özellikle PKK konusunda kilit konumdadır. Suriye’ye karşı Türkiye’nin sert politika izlemesi, Suriye’nin PKK’lı teröristlere yeniden barınma imkanı sağlamasına yol açabilir. PKK’nın son günlerde şiddetin dozunu arttırmasını şimdiden Suriye’ye karşı izlenen politikalara bağlayanlar her geçen gün artmakta. Geçmişte PKK konusunda Türkiye’nin Suriye ile savaşın eşiğine geldiği hatırlanacak olursa bu ihtimalin göz ardı edilmemesinde fayda var.
Diğer önemli bir nokta ise, Türkiye’nin bölgedeki karışıkların içine çekilerek ona bir taşeronluk görevi verilmesi. Böyle bir izlenimin yaratılması bile, AKP hükümetinin bölgede lanse etmeye çalıştığı «komşularla sıfır problem” politikasının zedelenmesine hatta inandırıcılığını yitirmesine sebep olacaktır.
Aslında bölgede yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin tutumu «komşularla sıfır problem” politikasının da sürdürülebilir bir politika olmadığını da ortaya çıkardı. Daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi, bir ülkenin dış politikasının temel belirleyeni, o ülkenin çıkarıdır. Bu çıkarı gerçekleştirmek için diğer ülkelerle çatışma içine de girilebilir. Çünkü bir ülkenin çıkarına olan bir durumun, diğer ülkenin de çıkarına olacağının bir garantisi bulunmamaktadır. Uluslararası alanda «ortak çıkar” kavramı çok az rastlanan bir durumdur; sık rastlanan ise «çıkar çatışmasıdır”. Ayrıca sıfır problem sadece size bağlı bir durum da değildir. Suriye ve diğer örneklerde görüldüğü gibi diğer ülkelerin iç dinamikleri de bu süreçte önemli bir rol oynamaktadır. Son olarak, uluslararası dinamiklerin de dikkate alınması ve bu dinamiklerin iyi okunarak uygun politikaların belirlenmesi gerekmektedir. Libya örneğinde görüldüğü gibi, stratejik öneme sahip ülkelerin geleceği söz konusu olduğunda, büyük devletlerce saf dışı bırakılma olasılığı her zaman bulunmaktadır.
SONUÇ
Türkiye’nin sadece Suriye konusunda değil, tüm bölge ülkeleriyle olan ilişkilerinde hassas bir döneme girilmekte. Bu dönemin en az zararla atlatılması için yapılacak en önemli şey, fayda-maliyet analizi yapılarak en uygun politikaların belirlenmesi. Bu aşamada, «Batı’nın taşeronu” izlenimi yaratacak her türlü politikadan uzak durulması temel öncelik olmalıdır. Aksi taktirde komşularla «bol problemli” bir döneme girmemiz çok yakındır.