Bir Kum Tanesinin Kırılganlığı

Bir toplumu tanıyabilmek, tanıtabilmek için o toplumun kültür kalemlerine bakılması gerekir. O toplumun kendine özgü sanatı, gelenek ve görenekleri, değer yargıları, anlayışı, tolerans durumu, maddi – manevi değerleri bu bakımdan bakılması gereken öncelikler arasındadır.

Peki, kendi kültürümüze hitap eden tarzımızı ne kadar tanıyoruz?
Bu soruya küçük de olsa bir cevap vermek adına, bir kum tanesinin hikâyesini anlatarak devam etmek isterim yazıma.
Kum ve kültür deyince eminim çoğunuz camdan bahsedeceğimi anlamıştır bile. Döküm sanayii, cam üretimi, aşındırıcı üretimi ve kimya sektörü başta olmak üzere, çeşitli alanlarda kullanılan kumun dönüşümü oldukça ilginç. Şüphesiz ki en ilginçlerinden biri de kumun cama dönüştürülmesidir.
Kumun, camı bulmasının başlangıcına dair çeşitli hikâyeler:
En eski hikayelerden birisi şöyledir: Tevrat’ın Hakimler Bölümü’nün 4. ve 5. kısmında adı geçen Deborah ülkesinde, binlerce yıl önce yaşamış olan Deborah adındaki kadın peygamberin, ülkesini düşman baskılarından kurtarmak için, tanrısına yakarışıyla Yehova dağlarının hareketlenmesi ile Tevrat’ta bulunan mafhazalarda şunlar yazar: “Gökyüzü damladı, dağlar aktı, toprak titredi.” Sonrasında din adamları bu sözleri, “yeteri kadar sabredersen her şeyin aktığını görürsün” şeklinde yorumlayarak cam oluşumunun sabrını duyurmuşlardır adeta.
Öte yandan Mısırlıların cama şekil vermesi ve Fenikelilerin Akdeniz ülkelerine camdan ürettikleri maddeleri satması, eski Romalıların camdan dekor ve süslemeler kullanmaları ve camı kendi kültürleri içinde kullanmasına dair de pek çok kanıt vardır. Ancak cam icadının asıl kaynağı, cam üretimi için gerekli olan maddelerin dünyanın hemen hemen her yerinde bulunuyor olması nedeniyle tam olarak bilinememektedir.
Kumun yüksek dereceli fırınlarda kor hale getirilmesiyle elde edilen akışkan maddeye şekil verilmesiyle, cam kullanıma hazır hale gelmektedir. Bu madde gerçek bir sıvıdır ve sürekli akar. Camı kullanmış olduğumuz her eşyada cam, devamlı bir akışkanlık halindedir. Tabi bu akış o kadar yavaş bir şekilde gerçekleşmektedir ki, ortaya çıkacak olan biçimsel değişimi ayırt edebilir hale gelmemiz birkaç milyon yılı gerektirmektedir.
Gelelim ülkemize;
Çıkış yeri ve icadı tam olarak belli olmayan camın, yer edindiği toplumların sanatsal ruhlarının, zevk ve tasarımlarının birer yansıması olduğu reddedilemez bir gerçektir. Kültürümüzde de cam ve camdan yapılmış olan eşyaların tarihi oldukça eski dönemlere dayanmaktadır. Kültürümüze, öncesinde alçı pencerelerle girmiş ve sonrasında kandil, bardak, sürahi, tabak, çanak gibi mutfak ve ev eşyalarında kullanılarak günümüze kadar gelmiştir.
13. yüzyılda I. Alaaddin Keykubat tarafından Konya Beyşehir Gölü kıyısına yaptırılan “Kubadabad’’ adlı sarayda bulunan çeşitli renklerdeki pencere camları, kadehler, tabaklar gösteriyordu ki cam, o dönemde hem elde hem de çarkta oyularak, kesilerek ruhsal sanatların dışa vurumu olmuştur. Ayrıca İstanbul Bostancı Ocağı’na bağlı Camcılar Ocağı da cam sanatını geliştiren, camı işleyen örgütlenme yapısı ile camı dile getiren pek çok eser ortaya çıkarmıştır. Eserler, Türk zevkine uygun ve kendine özgü özellikler içermesi bakımından benzerlerinden farklıdır.
Nazar değmesini engelleme görüşü altında yapılan, dışı koyu mavi sonrasında içeri doğru gidildikçe küçük halkalar içinde beyaz, açık mavi ve siyah renkli camın sıralandığı, bir bütün olarak daireye yakın şekli işe ‘’nazarlık’’ kültürümüzün cama yansıyan en bilinen nesnesidir. Böylece batıl bir inanç olarak ‘’nazar boncuğu’’ bulunması durumunda var olan nazarın bu boncuk aracılığıyla başka bir nesneye yöneleceğine inanılmaktadır.
Cam, bir sihirdir esasında. Ondaki bu sihri görebilmenin yolu, onu önce incitmek (çok yüksek sıcaklıkta eritmek), sonrasında ise içindeki güzellikleri ortaya çıkarabilmek için, bir cam ustasının eline teslim ederek onunla zarafetle dans etmesine izin vermekten geçiyor. Cam üfleme sanatı da bu bakımdan bu sihri ortaya çıkartabilecek en güzel yollardan biri. Bu işlem sürecinde saydam olan cam neredeyse görülmez bir haldedir. Uygun sıcaklıkta usta marifetini göstererek onu görülür hale getirecek olan işlemeleri nefesiyle nakışlayarak marifetini sergiler. Bu üfleme istenilen şekli elde edebilmek için ahşap ya da metal kalıpların içine yapılır. Böylece şekil tam olarak (kare, daire, üçgen gibi) cama yansıtılır.
Ülkemizde Eskişehir’de bulunan Çağdaş Cam Sanatları Müzesi camın zarafetinin ve estetiğinin sergilendiği bir müze olarak bugün pek çok ziyaretçi almaktadır. Kültürümüze özgü değerlerin cama yansıtılması adına bugün ayrıca üniversitelerde cam sanatları bölümü açılarak tarihsel bir özgünlük olan bu sanat devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Sıcaklığında akışkan olan ama kalıbına girdikten sonra kendinden asla ödün vermeyen, bozulmayı; sadece kırılıp parçalara bölünerek, belki de tekrar kum tanesine dönüşerek ve bir daha cam olmayı bekleyerek yapacak olan cam, kültürümüze özgü değerlerin en güzel yansımalarından biri olarak daim olacaktır.



Bunları da sevebilirsiniz