Gıda Egemenliği Açısından Tarım Politikaları ve Kemalizm

Gıda egemenliği, bütün gereksinmelerin temelini oluşturan beslenmeyle ilişkilidir. Gıda egemenliğini kaybeden uluslar benliklerini de yitirirler. Üstelik gıda egemenliği, küçük ve orta ölçekli işletmelerle sürdürülebilir tarımın korunmasına da olumlu etki yapmaktadır.

Türkiye, özellikle 1980’li yıllardan itibaren uygulanan dışa bağımlı yeni-liberal tarım politikaları nedeniyle gıda egemenliğini yitirmiştir. Üstelik kırsal kesim de yoksullaşmıştır. Bu durum, aynı zamanda işsizliği yaratan en önemli etmenlerden biri olmuştur.

Seçenek, gereksinmelerimize uygun «ulusal tarım politikaları”dır. Ulusal tarım politikaları, kısa, orta ve uzun dönemde ele alınmalıdır.

Kısa dönemde, tarımsal ürünlerin fiyat oluşumlarında AB’de olduğu üzere içte destekleyen ve dışa karşı koruyucu politikaların sürdürülmesi zorunludur. Bu bağlamda stoklara yol açacak desteklemeler yerine, kota sistemine geçilmelidir. Bağımsız bir destekleme politikası için daha çok kaynağa gereksinme duyulacağı açıktır. Bankalarına 50 milyar ABD Doları’na yakın bir kaynağı aktaran Türkiye isterse bunu bulabilir. Ancak bunun için de sürdürülebilir borçlanma değil, sağlam kaynaklara dayalı bir kamu finansman sistemini kurmak gerekiyor.

Orta ve uzun dönemde ise tarımda yapısal dönüşümler gerçekleştirilmelidir. Bu amaçla başlıca önlemler şöyle sıralanabilir:

  1. Küçük ve dağınık işletmeler büyütülmeli ve birleştirilmelidir.
  2. Üreticilerin hızla kooperatifleşmesi ve kooperatiflerin de sanayi tesislerini kurması sağlanmalıdır.
  3. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da toprak reformu yapılmalıdır.
  4. Tarım Yasası yeniden düzenlenmelidir. Tarım Bakanlığı çalışmalarına ve yönetimine üreticilerin örgütlü katılımı ve denetimi sağlanmalıdır.
  5. Tarımsal araştırma, yayım ve denetim hizmetleri, yabancıların denetimlerinden çıkarılmalı ve güçlendirilmelidir.
  6. Tarımsal girdilerde en önemli kalem olan tohumluk ve damızlık hayvan üretimi için üretici örgütleri ile kamu sektörü işbirliği içinde olmalıdır. Dışa bağımlılıktan ancak bu şekilde kurtulabilir.
  7. Bitki ve hayvan sağlığı, insan sağlığı etkinlikleri ile birlikte ele alınmalı ve sağlık bir kamu hizmeti olarak gerçekleştirilmelidir.
  8. Üreticilerin eğitimi, kamu ve kooperatif kurumlarının işbirliği ile gerçekleştirilmelidir.

Aslında yukarıda belirtilen önermeler, bütün zorluklara karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte hayata geçirilmeye çalışılan uygulamaların güncelleştirilmesinden başka bir şey de değildir. Bu nedenle, belleğimizi tazelemekte yarar vardır.

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte tarımda gerçekleştirilen işleri şöyle özetlemek olası:

  1. Toprak reformu fikrinin temelleri atılmıştır. Atatürk, her ortamda toprak reformunun yapılması doğrultusunda söylemlerde bulunmuştur. Köylülere toprak dağıtımı başlatılmıştır.
  2. Çiftçilerin örgütlenmesi ve kooperatifleşmesinde önemli atılımlar yapılmıştır. Atatürk’ün kendisi de birçok tarım ve tüketim kooperatifinin kuruluşunda bir numaralı üye olmuştur.
  3. Tarımsal desteklemeler başlatılmıştır. Bir köylü vergisi olan aşar kaldırılmıştır.
  4. Çiftçinin tohumluk ve damızlık hayvan gereksinmesini karşılamak amacıyla devlet çiftlikleri kurulmaya başlanmıştır.
  5. Tarımsal eğitim çalışmaları bağlamında öncelikle orta eğitim düzeyinde okullar açılmıştır. Tarımsal yüksek eğitim için de bir tarım üniversitesi olan Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuştur. Bu enstitü, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilk üniversitesi olmuştur.
  6. Tarımsal araştırma-geliştirme etkinlikleri başlatılmıştır. Araştırma istasyonları ve enstitüleri kurulmuştur.

Bütün bu uygulamalarla, Atatürk döneminde 1923-1929 yılları arasında tarımsal üretimin yıllık büyüme hızı yüzde 8,9’u bularak, milli gelir büyüme hızını (yüzde 8,6) geçmiştir. 1930-1939 yılları arasında ise, küresel kapitalizmin yaşadığı büyük buhranın olumsuzluğuna karşın, tarım kesimi büyümesini sürdürmüştür. Bu dönemde tarımda yıllık büyüme hızı yüzde 5,1 olarak gerçekleşmiştir.

Gözlemlenen büyüme hızlarının buğday üretiminde ve hayvan sayısına yansıması ise şöyle olmuş; 1923’de 972 ton olan buğday üretimi 1939’da 3636 tona çıkmıştır. 1923’de 15 milyon olan koyun sayısı 23 milyona, 4 milyon olan sığır sayısı ise 9 milyona ulaşmıştır.

Tarımda ortaya çıkan bu olumlu gelişmelerde, tarıma yönelik olumlu politikaların fiyat ve vergi değişkenleri yoluyla çiftçiler lehine kaynak yaratılması, oluşturulan deneme ve araştırma istasyonları ile Anadolu’nun erkek nüfusunun yeniden toprağa dönmesine olanak veren barış ortamı rol oynamıştır.

Kısaca, «Türk mucizesi” tarımda da gerçekleştirilmiş, tarımsal üretim artmıştır. Türkiye, öncelikle üç beyazda; un, şeker ve bezde dışa bağımlılıktan kurtulmaya başlamıştır. Köylü üzerinde ağa ve beylerin egemenliği giderek azalma yoluna girmiştir. Bütün bunlar aynı zamanda ulusal birliğin güçlendirmesine de hizmet etmiş, halkın devletine güveni artmıştır.

Ne yazık ki günümüzde, Mustafa Kemal Atatürk’ün bıraktığı mirasa yeterince sahip çıkamadığımız görülüyor. Tarım dahil Türkiye, ekonomisi dışa bağımlı bir ülke durumuna gelmiştir. Ortaya çıkan olumsuzluğun içsel ve dışsal birçok nedeni var.

İçsel nedeni; çıkarları Batı’yla bütünleşmiş işbirlikçilerin topluma egemen olmasından kaynaklanıyor. Bunların, İslamcı ya da Laik görünümlü olmaları önemli değil. Dışsal nedeni ise Batı’nın Kemalizm’e karşı beslediği düşmanlık. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme karşı verilen bir bağımsızlık savaşı ile kurulmuştu. Batılı güçler, bu nedenle Sevr Antlaşması’nı yırtan ve Lozan Antlaşması ile siyasal ve ekonomik bağımsızlığını silahlı gücüyle kabul ettiren Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Atatürk’ü bir türlü kabul edememişlerdi. Çünkü Türkiye, bağımsızlık zaferi ile aynı zamanda diğer sömürge ve yarı sömürgeler için örnek olmuştu. Yaşadığımız günlerde Avrupa Parlamentosu’nun aldığı kararlarda, Amerika Birleşik Devletleri’nde üretilen senaryo ve yaklaşımlarda bu nedenle Kemalizm’in sona erdirilmesi görüşleri dile getirilmektedir.

Çözüm nedir? Çözümde ölçü, büyük çoğunluğun çıkarlarına yönelik ekonomi-politika yaklaşımlarıyla ilgilidir. Ölçü, emek ağırlıklı toplumsal sınıf ve katmanların emperyalizme karşı duruşlarıyla doğrudan bağlantılıdır. İşbirlikçiler «Türkiye Ankara’dan yönetilemez” diyorlar. Kimileri açık, kimileri örtük, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye biçtiği «Ilımlı İslam” gömleğini giymeyi savunuyorlar. Çözüm ekonomik ve siyasal tam bağımsızlıktan geçiyor. Çözüm; emeğiyle üreten ve geçinen ulusalcı güçlerin iktidara yürümesinden geçiyor. Çözüm, Kemalizm’den; bir başka deyişle onun yarattığı «Türk mucizesi”ni yeniden hayata yansıtmaktan geçiyor.

Bunları da sevebilirsiniz